31 Temmuz 2009 Cuma
çiçek taşımaktan utananlar !
Bir analiz yapmak istiyorduk.Daha dogrusu bir dostum bir sohbet sirasinda bir iddiada bulunmustu.Bu iddia uzerine bu sarti koymustum.
Is gorusmesine gelen bir kaç hanim hariç herkes, çiçekleri gazete ya da paket kagidina sarip getirmisti.Hiç kimse çiçeklerin gorunmesini istememisti.çiçek tasimanin utanilacak bir durum oldugunu dusunuyorlardi.
Dostum hakli çikmisti.Sevgiliye çiçek veren ama bundan utanan bir toplumuz.
ps: sartnameye bir kiloda elma getirme zorunlulugu koymustuk.Elmalarin hepsi seffaf naylon posetlerde geldi; Hiç kimse elma tasidigi için utanmamisti.
Ya siz????
çiçek gotururken gazete kagidina mi sardiriyorsunuz? "
(motosiklet.net coq adlı uyeden alıntıdır. )
***********************************
28 Temmuz 2009 Salı
Venedikteyiz - Bölüm 2 -
Coğrafi doku insana şaşkınlık veriyor. Küçücük mesafelerden içerlere sokulmuş sular evlerin duvarlarını yalıyor. O duvarlar aşınmadan kendini nasıl koruyor diye merak ediyordum. Meğer suya dayanıklı kazıklar üzerine inşa edilmişler.
O kadar çok köprü var ki;
köprülerin ya altındayız ya üzerinde....
Adalara giderken denizin ilerilerinde sıra halinde dizili gördüğümüz, üzerinde numaraların yazılı olduğu kazıkların ne olduğunu ise öğrenemedim. Bir yeri tarif eden hat numarası mı acaba ?
Tarihi doku yüzyıllardır hiç borulmadan korunmuş.
Eskilerin sıradan ulaşım aracı olan gondollar ulaşım için motorlu araçların çıkması ve Venediğin turizm merkezi olmasıyla birlikte, turizmle geçinenler için çok güzel bir gelir kaynağı olmuş.
Bazı kanallar var ki buralara sadece bu gondollarla girebiliyorsunuz.
Oteller müşterilerine Venediğe ait bir harita veriyorlar. Bu ahrita üzerinde geilecek yerler belirtilmiş. Yani görülecek neresi var bilmeseniz bile bu harita size gösteriyor.
Kaldığımız hoteli görerek bulduğumuz yazmıştım daha önce. İşte bu en çok Venedikte işimize yaradı.
Tüm İtalyada yapılan, fakat sadece Venedikte maskelerle katılımın devam ettiği bir festival varmış. 25 nisanda yapılıyormuş yanılmıyorsam. Dolayısı ile her yerde envai çeşit maske satan mağaza görebilirsiniz.
San Marco' nun aynı zamanda yem verilen kuşlarıda meşhur. İnsana o kadar alışmışlar ki sen yem vermeden gelip elinde yiyecek varsa eline konup yemeye başlıyorlar.
A.Y. kuşları o kadar çok ve yakından gördükü kuşlar onun gözündeki tüm cazibesini yitirdi.
Bu fotografta görülen dört bronz at, Haçli Seferleri sirasinda Istanbul'dan, Sultanahmet Meydani'ndan çalinmis.
Üzerinde San Marco'nun Aslanı ve San Teodoro'nun heykelleri bulunan granit sütunlar. Bu sütunlar Constantinople (İstanbul)'dan getirilmiş. resimdeki beyaz ceketli kadında bize poz vermiş sanki :)
Solda görülen Doge (Düka) sarayı Venedik'in bir güç ve şöhret sembolüymüş. Saray aynı zamanda hem Düka'nın ikamet yeri, hem de hükümetin bulunduğu yermiş.
Evlerin hepsi çok güzel, fakat sadece gezmek için. Zaten yerli halkın nüfusu oldukça az. Yerleşik hayat için daha çok Mestre bölgesi tercih ediliyormuş. Biz Mestreyi gezmedik. Sadece içinden geçtik o kadar.
27 Temmuz 2009 Pazartesi
.... ve Venedikteyiz - Bölüm 1-
Venedik - Venezia- , İtalya nın Kuzeydoğusunda Adriyatik denizi kıyısında ki ada şehir.
Karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demiryolu köprüsü ile bağlanmış. İşte o köprü üzerindeyiz.
- daha önce gitmediğiniz bir yerse, otelin konumunu (her ne kadar internet sitelerinde krokiyle anlatılsa da) istediğiniz gibi seçip, yanılgıya düşmüyorsunuz.
- Otelin konforu imkanları (her ne kadar yıldızı size bir fikir versede ) süpriz olmuyor.
Kötü yanı ;
- Fiyatı rezarvasyonlu haline göre daha pahalı oluyor.
- Yer bulamama ya da istediğiniz kadar kalamama ihtimaliniz var.
Biz bunların tamamını bizzat tecrübe ettik. Hatta Venedikte ki günlerimizi iki ayrı otelde tamamladık. Ama tevafuk ki ikinci otelimiz ilkinden çok daha güzeldi. İkinci oteli ilk otel görevlileri bizim için ayarladı.( ne nezaket ama ) Ve ilk otele çok yakındı. Bizim için yorgunluk değil keyif oldu :)
Şu şezlogta uzanıp bir foto çektirmek isterdim ama hava müsade etmedi :) Evet hava tam benim havamdı; bulutlu ve hafif yağmurlu.
uffff romantizm doruklardayıdık anlayacağınız :PPPPP
Birçokları gibi bizim de ilk gezi durağımız Murano - Burano - Torcello adalarından ilki olan Murano adasıydı.
.
.
********************************
.
.
.
Bir araya getirilen bu maddeler 15000 derece C ’deki fırınlarda eritme işlemine tabi tutulur.
.
.
.
.
Burano danteli ve farklı renklere boyanmış evleri ile meşhur rengarenk balıkçı köy adası. (ahhh aaahhhh biz kendimizi yeterince tanıtamıyoruz. Bizdeki dantelleri görseler...... En sıradanımızın sandığından bile 5 tane Burano çıkar. :P )
.
.
Dantel ören kadınlar, sokaklara bakan evlerinin önünde oturarak bugün bile dantellerini örüyorlarmış ama ben kimsecikleri görmedim :)
.
.
.
Bu adalar çoğunlukla turizmden para kazanıyor. Herkes -heryer turist.
.
.
Burayı ziyarete gelen bazı dindar hristiyan bayanların içeri girerken başlarını örtmeleri dikkatimi çekti.
.Ve usul usul yağan yağmur gibi Torcello yu usulca geride bırakıyoruz.................
24 Temmuz 2009 Cuma
Savaş Tanrısı - lord of war - Son zamanlarda izlediğim en iyi macera aksiyon filmi
Sinema günlerine devam.........
İşte dün bahsedecekken Çit ' in duygusal yoğunluğu ile bu güne bıraktığım film;
Savaş Tanrısı ( Lord of war )
Üç yıl önce Cd sini izlemiştim. Geçen akşam TV de yayınlandı. İlk izlediğimizde çok hoşumuza gitmişti. Tekrar izledik.
Yine bana çook anlamlı gelen ve mutlaka izlenmesi gerektiğini düşündüğüm bir film. Dünyayı yöneten kişilerin, savaşları başlatan ve bitirenlerin, kimler olduğunu ve tüm dünyayı kendi keyifleri, zevkleri ve egoları için nasıl kana buladığını öğrenmek isteyenler için yapılmış bir film.
Dünyanın istedikleri köşesine sözde özgürlük götürenlerin nasıl vahşi duygularla, acımasızca sırf keseleri ve keyifleri için bu oyunları çevirdiğini izlemek isteyenler için yapılmış bir film.
Gerçekten insani duygularını yitirmemişlerin anlayacağı bir film.
Gerçekten insansanız izlemek isteyeceğiniz ve izlerken içinizi acıtacak bir film.....
Filmin Yönetmeni : Andrew Niccol (aynı zamnda senaristi de)
Oyuncuları : Nicolas Cage, Bridget Moynahan, Jared Leto
Filmin hikayesi gerçeklere dayanıyor. 20. yüzyılda ki en büyük silah satışlarının konu alındığı bir film.
Filim; silah taciri Yuri Orlov’un dünyanın dört yanındaki silah kaçakçılığı serüvenlerini anlatıyor…
İşini büyük başarı ile yapan Yuri Orlov ' un bu başarısında hangi makamlardan kimlerin, ne karşılığında ona yardımcı olduğunu hayretler içersinde izleyeceksiniz.
Bu pis işi sadece para için değil içindeki doymak bilmeyen hayvani egosunu tatmin etmek için yaptığını hayretle izleyeceksiniz. Ve bu uğurda ailesinin birer birer başına gelenleri izleyeceksiniz.
Neyse ki devlet yetkilileri içersinde, kanunları çiğneyemeyen, hala insan olan bir interpol ajanı var.
Filmin son ve en acı sözü:
Dünyada Savaş devam ettikçe insanların Yuri ye ihtiyaçları hep olacaktır...
Unutumadan benim gibi Nicolas Cage hayranlarının ekstra seveceği bir film. Cage oyunculuğunu her zaman ki gibi konuşturmuş. Ben genel olarak bu adamın oyunculuğunun yanında seçtiği ve oynadığı senaryoları çok seviyorum.
iyi seyirler.
***************************************
23 Temmuz 2009 Perşembe
ÇİT - Rabit proof fence - son zamanlarda izlediğim en iyi drama
İyi ki yaz geldi, iyi ki diziler tatile girdi.
ohh be.
Diziler kalkınca sinemalara yer açıldı.
Bizde iki-üç haftadır evde sinema günleri düzenliyoruz Özümle. Böyle güzel filmler denk gelince çok güzel oluyor. Tabi sonunu getiremeden kapattığımız zamanlarda yok değil.
Aslında izleyiş sıramıza göre yine çok anlamlı bulduğum başka bir filmden bahsedecektim. Ama Çit i izleyince çok dokunaklı gerçek bir hikaye olmasından dolayı baskın geldi. Önceliği buna verdim.
Aslında baya eski bir film. (2002 yapımdı yanılmıyorsam) Bana izlemek yeni nasip oldu.
Yönetmen Phillip Noyce (Avustralyalı bir beyaz) .
Perth, Avusturalya ; 1931. Batı Avustralya’daki Aborjinler’in baş koruyucusu (sözde) Aborjin (yerli Abvustalya halkı) çocukların ailelerinden ayırıp, ‘beyazların toplumunda yeni yaşamlarına hazırlanabilecekleri’(hazırladığı yaşam beyazlara iyi bir hristiyan hizmetçi olmak) bir kamp kurmuştur.
Kendisi, eyaletteki tüm Aborjinler üzerinde yetki sahibidir. Hatta Aborjin çocuklarının yasal vasiliğini yüklenmiştir ve Aborjin çocuklarının yine Aborjinler’le evlenmesine izin verilmesini engellemektedir. (Aborjin neslini yok etmek yani)
Jigalong’daki küçük bir yerde, üç Aborjin kız anneleriyle birlikte yaşamaktadır. Jigalong ve yanındaki çöl boyunca, Batı Avustralya’nın kuzeyinden güneyine bir hat çizerek inen çit tavşanlarla otlakları birbirinden ayırmaktadır.
Bay Neville bu üç kızın yoldan çıkmakta oldukları söylentisini duyar ve en kısa zamanda Perth’ün kuzeyindeki Moore River kampına nakledilmeleri emrini verir.
Bu amaçla zorla annelerinden ayrılmış küçük Molly'nin kızkardeşi ve kuzeniyle birlikte, hükümet tarafından işletilen ve Craig gibi yerli halka mensup, siyahi çocukları alıp eğiterek beyaz ırka entegre etmeye çalışan bu kamptan kaçış öyküsünü konu alıyor.
Kamptan kaçmayı başaran üç küçük çocuk, peşlerine hükümet görevlilerini de takarak, çok uzaklardaki evlerine ulaşabilmek için bir ölüm-kalım yolculuğuna çıkıyorlar. 1500 km lik bu dile kolay yolu aşıp aşamadıklarını, bazen göz yaşları içinde, izleyip öğrenin.
Bu film Çit ’ in baş kahramanlarından Molly’nin kızı Doris Pilkington Garimara tarafından yazılmış kitaptan sinemaya uyarlanmış.
Gerçekliği dolayısı ile insana daha da üzüntü veriyor. Bu hikayeyi yazan kızının akıbetinide filmin sonunda söylüyorlar o kısmıda dinleyin ve kayıp nesil hikayesini öğrenmiş olun. Onların ifadesi ile çalınmış nesil. Bence de bu ifade daha doğru !
Çağdaş , uygar batı dünyasının, amaçları uğrunda neleri yapabileceğini, nesilleri nasıl eritip yok ettiğini, dağdan gelip bağdakini nasıl kovduğunu bir kere daha izleyip öğrenin :(
******************************22 Temmuz 2009 Çarşamba
uçukbeyaz kendi tıklanma rekorunu kırdı !
18.07.2009 tarihinde 183 kişi.
a aaa
ne alaka. Benim sitem günde olsa olsa ortalama 25 kişiyi hadi bilemedin 30 kişiyi ağırlıyor.
Allah Allah bu işte var bir iş
ama ne? ne ? neeee?
ben bu tarihten önce en son ne yazdım?
bunu.
sebep bu yazıyla ilgili olamaz. öyleyse ne?
Düşünürken aklıma geldi.
19.07.2009 sigara yasağının başladığı gün.
Bu yasakla beraber galiba tiryakiler ya da işletme sahipleri nerede sigara içilebileceğini öğrenme telaşı ile olsa gerek benim epey önce yazığım bu yazıya tıklamışlar.
Tabi okudukları yazıdan memnun oldular mı bilemiyorum.
Nerden nereye......
Lütfen bırakın şu illetide sizde rahat edin bizde!
Bırakmanızı sizin için istiyor değilim. Sizden daha çok sizi kimse düşünemez. Siz kendinize ne kadar kıymet veriyorsanız sizi en çok seven kişi dahi ancak o kadar sizi sevip size önem verebilir.
Ben kendi özgürlüğümün kısıtlanmasını istemiyorum. Gittiğim yerde üüfff diyerek yer değiştirmek zorunda kalmak, ilk hoşuma giden beğendiğim yeri terk etmek, kendimi ve çocuğumu sakınmak ve hatta bazende terkedemediğim mekanlarda o pis dumanı daha az solumak için nefesimi tutmak istemiyorum.
bu liste o kadar çok uzarki aslında.
Balkonumda kimin içtiği belirsiz, üst komşulardan birinden fırlatılmış izmarit bulup, tüm sinirlerimin tepeme çıkmasını, ve tüm günümün ziyan olmasını, yakınımdaki insanın ciğerlerinden ve ağzından çıkan havanın temiz -sandığımız- havaya karışıp benim ciğerlerime dolmasını bu derece hissetmeyi istemiyorum.
(sigara içsin içmesin gerçek bu olsada karşındaki kişinin üflediği dumanı içine çekince bunu daha çok hissediyorsun. bu cümleden sonra inşallah beni paranoyak sanmazsınız. düşünürseniz birinin ağzından çıkan şeyi yemek bize çok iğrenç gelirken ağzından çıkan havayı mecburen solurken bunu hiç yadırgamıyoruz. Neyse ki yadırgamıyoruz ve hatırlamıyoruz. belkide mecbur olduğumuz içindir.)
.
Herkese ter temiz ferah havalar ve hayatlar,
ve bağımsız günler diliyorum.
:)
.
.
*****************************
21 Temmuz 2009 Salı
Verona' da mı kalmıştık?
Verona ya ait resimlere ve notlara bu resimle başlamak istemezdim. Ama Verona bizi arabadan iner inmez bu manzarayla karşıladı. Bende aynısını yaptım :)
Böyle bir şeyi hayatımda ilk kez görüyorum. Çöpün yanına konmuş bir fare kapanı. Demek ne kadar fare var ki buraya bunu koymuşlar, ııyyyy diyerek şehre hiç hoş olmayan bir giriş yaptık.....
Şükür ki sonraki manzaralar bu görüntüyü unutturdu.
Haydi buyrun.......................En sevdiğim hava koyu renk bulutlarla kaplı hava.
Esinti uzaklardaki yağmur kokusunu getiriyor ve yağmur bize haber yolluyor; musaitseniz demeden, "ben geliyorum"
Aşıklar şehri Venedik derler ama ben burada romeo ve juliet' in yaşadığı yer, gezdiği (aslında doyasıya, özgürce, birlikte gezemediği ama yinede birbirinin aşkıyla gezdiği ) sokaklar olması hasebiyle olsa gerek romantizmi bu havayla beraber dahada hissediyorum.
Faytona binip de hemencecik varmayın Verona' nın sonuna.
Güneş güne veda ederken.......
İtalya' nın colosseum ve capu'dan sonra 3. büyük anfi tiyatrosu Arena Verona.
Bra meydanı
Tepesini gördüğünüz kule "Tower Lamberti".Buradan öyle küçücük göründüğüne bakmayın. Verona'nın en yüksek kulesi. Yüksekliği 83 m.
Başka semalara hayat vermek üzere çekilen güneşin ardından vazifesini tamamlamış ve kapanmış şemsiyeler.
Capuleti’ler ile Montecchi’ler aralarında ki kan davası nedeniyle birbirlerine düşman ünlü ve zengin iki İtalyan aile.
Montecchi ailesinden Romeo, Capuleti’lerden Juliet’i görür görmez âşık olur. Bir rahibin yardımıyla gizlice nikâhlanırlar. Nikâh sonrası şehir meydanında çıkan bir kavgada Romeo, kendi ailesinden bir ferdi öldürülmesi üzerine Juliet’in kuzenini öldürür.
Capuleti ailesi de intikam yemini eder. Romeo bunun üzerine şehri terk ederek Mantua’ya gider. Juliet, ailesi tarafından Kont Paris’le evlendirilecektir. Juliet bundan kurtulmak ve Romeo ile kaçmak için ilaç içerek ölü taklidi yapar.
Romeo döndüğünde Juliet’in öldüğünü zanneder ve zehir içerek canına kıyar. İlacın etkisi geçtikten sonra uyanıp Romeo’nun cesediyle karşılaşan Juliet de intihar eder.
İşte böyle trajik bir aşk hikayesi.
Ve bize Rabbim zaten boool bol şans verdi...
Artık akıllandıııık .