28 Ocak 2010 Perşembe

çantam(ız) da neler var?




Sevgili Ebru hafta başında sormuştu çantamda neler olduğunu.
Hasta e.t. ancak iyileşip (hatta tam iyileşemeden) işe döndü.
Ve ancak fırsat buldu çantasını dökmeye :)
Gece tamda yatarken aklıma geldi yatağa döktüm çantamda ne varsa ...
1- cep tel.
2- cüzdan
3-kalemlik
4- ajandam
5- dijital tesbih
6- kağıt mendil
7- antibakteriyel mendil
8- unutulmuş market fişi 
9- iş yeri kimliğim
10- ayrılamadığım bepanten krem
11- diş fırçası ve macunum
12- seyyar belleğim
13- ne zaman aldıysam mabel sakız
14- Antalya seyahetinden unutulmuş bilet zarfı
15- reçete ve ilaçlarım
16- ayrılamadığım renin mide ilacı
17- bozuk para cüzdanım








ve işte bu da A.Y. ile birlikte çıkarken ki çantam(ız)
bu görünenlere ilave içine cüzdan,telefon gibi birkaç olmazsa olmaz giriyor.

1-  yedek kıyafet
2- yedek çorap
3- ıslak mendil
4- alt açma zımbırtısı
5- bezler
6- pişik önlemesi için bepanten pomat (dikkatinizi çekerim benimki krem A.Y.nin ki pomat. Deli gibi bepanten tüketiyoruz. her çekmecede var nerdeyse. Ve eczaneye her gidişimde 3er 5er alıyorum. Bence Bayerin bize hediye paketi göndermesi gerek. )
7- kağıt mendil
8- A.Y. nin oyuncakları
9- A.Y. ye balon
10- A.Y. nin minik kitaplarından biri
11- Ter vs. durumları için mendil

Şimdiiiii hadi bakalım

Şirinanne
Pınar
zssm
Koyubeyaz

top sizde
dökün  çantaları   ;)
.
.

25 Ocak 2010 Pazartesi

bir maili kalıcılaştırmak için......canım oğluma.



Bu bir e-mail di aslında.
Çocukları yaşdaş bir grup arkadaş arasında yazılmış.
Benim neden şimdi çalışıyor olduğumu anlatan.
Bu satırları büyüyünce oğlumunda okumasını istedim.
Beni daha iyi anlasın diye, vicdanım biraz daha rahatlasın diye,  vicdanını rahatlatmak isteyen annelere bir sebep olsun diye.......

" Bu konu öyle bir konu ki hangisini yapsan aklın diğerinde kalır. Acaba ? keşke ? diye sorular beynini kemirir.

Benim anneciğim çalışan bir anneydi.
Küçükken ben hep annem evde olsun isterdim.

Bilincim yerinde olduğu zamanlardan itibaren annemin hep evde olmasını istedim.
2 sene kreşe, 1 sene anaokuluna gidip 5,5 yaşında okula başladım. İlk 2,5 senemde de biraz amcamın kızı, birazda komşumuz bakmış.
Annem ben kaç aylıkken işe başladı bilmiyorum.
Zaten hatırlamadığım bu kısımlardan çok hatırladığım okul zamanlarım benim en çok evde olmasını istediğim ve Onu özlediğim zamanlar :(

Ben aslında çok şükür çok şanslı bir insanın. Kreşi hatırlıyorum. Ve kreşde geçirdiğim zamanlarımı hep çok güzel hatırlıyorum. Kreşi evim gibi sandığımdanmıdır nedir;
şimdi burnuma hala kreşin, kreş yemekhanesinin kokusu gelir ara ara....

Liseden mezun olduğum zamana kadar her öğretmenler gününde, her anneler gününde gittim kreşe, kutlamaya.

Teyzemler öğretmendi, anneme hep sen neden öğretmen olmadın derdim. Çünkü onların tatili boldu ve bizimle aynı zamanlardaydı. Çocuklarıyla beraber eve gelirlerdi.

Yazın sokakta oynardık. İkindi vakti balkonlardan çay karıştırma sesleri gelirdi. Bu sesi duymakdan nefret ederdim.  Çünkü en sevdiğim öğün kahvaltıydı ve bende ikindi kahvaltısı yapmak isterdim. Ama kiminle? ve nasıl?

:(

Öğleden sonra 5,5 hep çok önemli bir saat oldu hayatımda.
Annemlerin çıkış saati. Sokakta beklemeye başlardım annemin gelişini.
Sokağın başında gördüm mü O nu,  hemen koşar mis kokusunu içime çeker, eve kadar O na sarılarak gelirdim.

Mutlulukla, annesi evde olanlara karşı gururla......
O nun hislerini sormayı hiç akıl edemedim o yaşlarda.

Peki tüm bunlardan sonra kızgınmıyım O na, sitem ediyormuyum.
Asla !!!
O tüm annelerin yaptığı gibi bizim için en doğru olduğuna inandığı şeyi yaptı

Birçoklarından duyuyorum bebekken yanında olayım o okula gidince işe başlarım
ya da
anne işini bırakmışsa çocuklar okula gidince evde kalakalıyor, sıkılıyor, yapacak birşey kalmıyor boşluğa düşüyor  v.s. v.s.
evet bu bir anlamda doğru olabilir. Çocuklarımızla şu an geçirdiğimiz yoğunluğu düşünürsek, evde onlarsız kaldığımız zaman boşlukta hissedebiliriz, yapacak bişey bulamayabiliriz.

Ama öylede olsa ben kendi yaşadıklarımdan, hislerimden ve beklentilerimden;
okul zamanı annemin evde olmasını daha çok isterdim.

Bana kapıyı açmasını,
Kapı açılınca sıcacık, sesli ve mis gibi kek kokulu, çay kokulu bir eve ve hatta ve hatta sigara kokulu (annemde malesef sigara kullnıyordu) bir eve girmeyi,
Günümün nasıl geçtiğini soran biri olmasını (tıpkı şimdiki gibi o zamanlarda konuşmayı çok severdim :P )
Ödevlerimi annemle birlikte yapmayı.
( ihtiyaç duyunca elbette yine annemle yapardık, ama mutfakta !!! Mutfak masasında !!! Çünkü O işten gelmiş olurdu ve bir yandan yemek yapar bir yandan da benim ödevlerimi kontrol eder, yardım ederdi.)

Benim  annem, ben liseye giderken emekli oldu. Ama o emeklilik hayatında benim okul dönüşü çaldığım kapıyı sadece 4-5 ay açabildi malesef.

Ömrü vefa etmedi çünkü    :((((((
tam da yenice kavuşmuşken ............


Kısacası Allah izin ve imkan verirse şimdidense, çocuğum okula başladığında çalışmamayı daha çok istiyorum ve o günleri görürsek işi o zaman bırakmayı düşünüyorum.


Asıl anlatmaya çalıştığım annesi çalışan bir çocuk olarak ne zaman anneme daha çok ihtiyaç duyduğum.

Elbette onlara vereceğimiz sevgi maddiyattan daha önemli
Ama dünyanın binbir hali var ve herşey insanlar için..
Şu anda çalıştığımız için -çok şükür ki bu bilinçle- hiç birimizin çocuğu annesinin kendisini sevmediğini yada az sevdiğini söyleyemez.


Emekli olana kadar çalışsak bile.

Fakat Allah vermesin bu dünyada onları erkenden yalnız bırakmak zorunda kalırsak olabildiğince maddi anlamda birilerine bağımlı kalmasınlar demeye çaılşıyorum.


Bu noktada tevekkül eksikliği varsa Allah artırsın, ben sadece devemi sağlam kazığa bağlamaya çalışıyorum.

Yaşadığım için, bu yazdığım bütün özlemlerime rağmen ve annemden bu kadar erken ayrılmama rağmen iyi ki çalışmış diyorum.


Yoksa hayat benim için hiç kolay olmazdı."

Canım oğlum, 
gün gelirde "annecim neden bana kendin bakmadın?    neden çalıştın? "  dersen;
Bu satırlar sana cevabım olsun.

Emin olmanı istediğim tek bir şey var ki;

Seni, kime olursa olsun,  bir başkasına bırakarak iş gelmek bana senden kat be kat daha zor geliyor.
İçim acıyor.
Aklım kalıyor.
Mutluluğum eksik oluyor.
.
.
.
Foto:  A.Y. henüz yaklaşık 7 aylıkken.

21 Ocak 2010 Perşembe

Ayça Şen yazmış, bende imzaladım.

Meleba değerli okur, bir yazımızın daha başına geldik. Hislerim karışık olduğu için en sadesinden başlayalım: Canım arkadaşım Berke hamileymiş! Bunu duyunca heyecanla birkaç arkadaşıma ünledim, onlar da sessizce kendi içlerine kapanarak 'Bir erkek nasıl hamile olur' diye içleri sıkıldı ama soru sormaya üşendikleri için bakışlarıyla benden bir cevap beklediler. Yüzlerindeki o ebleh ifadeyi görünce "Berke bir kız arkadaşımın ismidir" dedim. Erkeklerse biraz daha vandal olduklarından, içlerinden düşünmeden hemen sorularını yöneltiyorlar (ki ben bunun kastrasyon korkusundan kaynaklandığını düşünüyorum). Fakat Berke bu yazılardan dolayı çocuk yapmaya korktuğunu söyledi. Olur mu hiç öyle şey! Aranızda hamileler filan vardır, yeni bebeği olanlar vardır, anaokuluna gidenler vardır, onlara aslında işin öyle olmadığını söylemek gerek!


Sadece birkaç küçük noktaya dikkat ederseniz problemsiz bir hayat yaşarsınız. Örnek mi?


Öncelikle uykusuzluğun çok güzel bir şey olduğunu, iki sene gitseniz psikanalizde göremeyeceğiniz duygusal çözülmeleri, sinirsel boşalmaları yaşadığınızı, bunu da başka hiçbir olayda deneyimleyemeyeceğinizi bilesiniz. Meme verme olayı: Bu da şahane bir travmadır, dünyanın en güzel hissi olduğundan dolayı, bebeğe bir çay kaşığı su verseniz (ki buna da genellikle anneniz, çocuğun babaannesi filan diretir) ya da memeniz acıdığından ya da süt olmadığı için veremezseniz vicdanınız yamulur, dünyanın en vahşi annesi olduğunuzu düşünürsünüz. (Ama en ağır his budur, bunu atlattıktan sonra her şeyi atlatabilirsiniz.) Bankaya para yatırmak için beş dakka evden ayrılsanız, bebeği özleyip acı dolu bir hasretle sokaklarda haykırarak ağlayıp eve dönersiniz. Öylesi yüce bir duygudur. Ve yüce duyguların faturası ağır olur. Ee, cenneti ayaklar altına almak affedilir bir suç mudur sizce?


Bebeğin ilk gülüşünde oturur ağlarsınız (Ve bütün bu sevinç gözyaşlarının içinde ağır bir hüzün vardır, kuş gibi uçmazsınız yani). İlk taneli mamaya geçişinde aynı sevinçten oturur ağlarsınız, ilk kelimede, ilk adımda, ilk anaokulu müsameresinde... Kısacası hayatınız artık gözyaşlarıyla geçmektedir. Siz hep bir köşede oturur zırlarsınız. Sonra altı sene zart diye geçer, kendi yaşınızın geçtiğini farketmezsiniz bile ve çocuk ilkokula başlar! Kütür kütür koşturarak okul ararsınız, bütçe denkleştirmeye çabalarsınız, müdürlerle konuşursunuz, sırıtırsınız, sosyalleşmek zorunda kalırsınız, daha bir sürü şey. Sonra (bu sabah olduğu gibi) 'Türküm, doğruyum'u çocuğunuz okul bahçesinde söylerken çocuğun bunun ne demek olduğunu bilmeden böylesi bir ezbere maruz kaldığı için onun o sözleri söylemeye çalışan haline de derin bir hüzün duyup gene ağlarsınız. Sonra sabah töreni bitip sıra halinde sınıflarına giderken arkasından aynı yürek burucu hisle bakarsınız, acaba merdivenleri düzgün çıkmış mıdır, ya dosya elinden kayıp o kalabalıkta her şey yerlere döküldüyse, ya montunu çıkarmayı unutup terlerse, ya suyunu yere döküp susuz kalırsa diye düşünerek eve dönersiniz (Dönüşte bütün bu duygularla yüzünüzü rüzgâra verip meczup gibi yürürsünüz eve). Tek konunuz o olur. Çocuk konusuyla hiçbir ilgisi olmayanlara dahi okulunda bugün kaç satır yazdığını, söylediği her kelimeyi, hatta kakasının kıvamını bile anlatmak istersiniz. Bir yandan bunun hastalıklı bir bağ olduğunu bilirsiniz ama yapacak bir şey yoktur, çocuk sahibi olmak büyük bir hastalıktır! Yasak ayvayı yemişsinizdir...


Aşk hastalığının en çaresizi, en karşılıksızı, en acı vereni, yanınızdayken özleme hissinin esas halidir (o şarkılardakiler yalan dolan).


Bunun patalojik olup olmadığını bilmiyorum ama tabii Memo'ya bütün bu duygularımı belli etmemeye çalışıyorum. Fakat siz bütün bunları yaşarken kalkıp babası size en ufak bir şey söyleyecek olsa onu orada gebertmek, derisini canlı canlı yüzüp kemerinize süs yapmak istersiniz. İşte böyle viran bir halde, eliniz kanlı, hem vahşi bir cani, hem vahşi ve yetersiz bir anne, hem de kendini düşünen bencil bir yaratık olursunuz çünkü bu aşırı duyguların esas sebebi bencillik(miş). Bütün bu ağır hislerden sonra iki tane ukala geçip karşınıza 'Çocuğa kötülük yapıyorsun, kendine bağımlı yapıyorsun' der. Şimdi soruyorum size: Bu durum benim ona bağımlılığımı mı gösteriyor, onun bana bağımlılığını mı? Eğer bunu yapmazsan da bu kez ilgisiz anne oluyorsun. Ben orta yolu bulabilen biri değilim. Zaten bunun da orta yolu yok.


Şimdi bütün hamilelere sesleniyorum: Korkmayın, ama bilin ki bundan kurtuluşunuz yok. Bu, dünyanın en güzel eziyetidir. Çok zevk vericidir. Ve sıradaki şarkı bütün anne adaylarına gelsin: 'Sado mazo gelin, ayağına takar halhal. Dırıttıt dırıdı halhal'.


Ayça Şen

20 Ocak 2010 Çarşamba

başlık bulamadım !


Buz gibi bir Istanbul a geri döndük.
Sıcaklık farkının etkisi mi bilemiyorum, A.Y. pazartesi ateşlendi :(
Akşama kadar devam edip, akşam da öksürük eklenince Dr. a gittik. İlaçlandık geldik.


Antalya' da bulunduğumuz süre boyunca güneşi pek göremedik malesef.  Ama sıcaklık fena değildi.
Ilık bir hava vardı diyebilirim.


Bu seneyi bol gezmeli ve fakat bol yağmurlu gezmeli açtık. Bakalım devamı nasıl gelecek.
Bu gün bir arkadaşım, dünyada 10 yılda bir tekrar eden yağmurlu bir yıl olduğu, bu yılında o yıl olduğu hakkında mail atmış.  
Tüm yılı bilmem ama şimdilik benim için gerçekten yağmurlu bir yıl  :)


A.Y. denize  eliyle işaret edip git git dedi durdu  :)
Ah dedim hava sıcak olacaktı da  ayağımızı sokacaktık sulara.


Epeydir görüşemediğim kuzenim İngiltereden döndü. O nunla hasret giderdik.




A.Y. yi en son gördüğünde henüz 6 aylıkdı.



konuştuk, konuştuk, kouştuk...................
gülüştük, gülüştük, gülüştük..............
gezdik, gezdik, gezdik...................


A.Y. nin hayatındaki  ilk çektiği  fotoğraf. 
Yalnız çekerken ki keyf halini hayal etmenizi istiyorum. Ayağın konumundan tamamlayın artık !
Yoksa sadece ayağını mı çekmeye çalışmış :PPPP


Bunu fotoğrafıda canım aşkım can Öz.üm e hediye ediyorum.


Sakın bu yazıyı benim yazdığım gibi  magandaca bir fikre kapılmayın emi :PPP
sadece hali hazırdaki durumundan çıkarım yaptım ;)


16 Ocak 2010 Cumartesi

e.t. Antalya' dan bildiriyor :)



Biraz zaman gecti uzerinden ama ....
Sevgili Asuman Yelen  bana bu cicegi yani Gunes Isigi Odulunu hediye etti :)
cok tesekkur ederim. hatirlanmak cok guzel :)))

Bende bu cicegi suanda beni okuyan herkese gonderiyorum.
Kimler almak isterse :)

P.S. : Su anda bu satirlari dalga sesleri esliginde yaziyorum!  :)
          bu sene sansim sahil kenarlarindan acildi. Hic akilda ve planda yokken 3 gunlugune Antalya da buldum kendimi  :)
Fakat hava burada da kapali  :(   Kapali havaninda etkisi ile deniz costukca cosuyor.
en azindan bu dun oyleydi. insallah bugun ve pazar gunesi gorebiliriz.
olsun,  coklarinin aksine, ben her halukarda antalya' da kisi daha cok seviyorum   :)

12 Ocak 2010 Salı

Fas - bölüm 2 -





Fas otoyolları çok güzel fakat trafiği berbat.
Öyle ki  karşı yola geçmek için bekleyen arabalar yola arka kapıya kadar çıkmış halde bekliyorlar. Sol şeritten -haliyle-  hızla gidiyorsanız orada durup sözde sizin geçmenizi bekleyen arabalara çarpmanız yada direksiyonunuzu aniden sağa çevirip bu defa sağdan yanınızdan giden yada arkanızdan gelen arçlara çarpmanız an meselesi.

Ve kimsenin şeritlere yol çizgilerine takdığı yok!
Çok şükür zorda olsa biz kazasız atlattık.





Burası Hassan II Camii
210 metre uzunluğunda bir minaresi var ve bu dünyanın en yüksek minaresi.
Hakikaten muazzam büyük bir cami.




Biz Saat 13 de gitmiştik. Cami saat 15 de açılacakmış. Sadece namaz saatlerinde açıkmış. Bekleyebiliriz diye düşündük. Caminin bulunduğu yer zaten çok güzel okyanusun üzeri. Böylesine turistik bir yerin sadece namaz saatinde açık olması garipti, ama yapacak birşey yok.







Caminin  avlusunda öyle bir sağnağa  akalandık ki...
Muson  yağmurundan nasibimizi fazlasıyla aldık.  A.Y. yi ucakdan ödünç aldığımız battaniyeye sarmaladık :)





Yağmur bir süre sonra dindi. Bizde Caminin avlusunu dolanmaya başladık.






Gerçekten büyük. 25.000 kişi aynı anda namaz kılabiliyormuş. Gezdikçe acaba bu caminin içini dolduran cemaati oluyor mu? diye düşünmeden edemedim.







Gitmeden önce bazı internet sitelerinde içine girmek yasak diye okumuştum. Pek inanmasamda, acaba demiştim. Öyle değilmiş elbette.




Yoksa bunun kadar mantıksız bir ibadethane daha olamazdı herhalde...
İçeri girmenin yasak olduğu ibadethane!
Sadece ibadet saatlerinde açıkmış. Bu bile bana garip geldi. Hadi ben cemaatle namazı kaçırdım ?





II. Hasan şu anki kral VI Muhammedin babası. Camiyi kendi döneminde (sene 1993) yapırmış ve kendi adını vermiş. Mimarı Fransız Michel Pinseau imiş.

Şimdiki kral Muhammed VI halk tarafından çok seviliyor.






A.Y. cami avlusundaki su birikintilerine basa basa, bir o yana bir bu yana epey koşturdu.




Ta kii.....   bizim için küçük denebilecek fakat onun küçük bedeninin yarısını kaplayacak su birikintisine düşünceye kadar  : )





Düştüğü yerden kalkmamak ve sularla oynamak için bizi epey zorladı. En sonunda içindeki çıt çıtlı badysi bile ıslanmış ve çıtçıtları açılmış göbüşü ortalarda olarak kucağıma almayı başardım.
Ve hemen ardından tekrar başlayan yağmura daha fazla dayanamayıp ........
malesef çok istememize rağmen içine giremeden ayrıldık. (son gün vakit olursa tekrar geliriz dedik ama o da kısmet olmadı)



Hasan II cami mevzusunu kapatmadan son bir not:
Caminin minaresi bizdeki gibi silindir biçiminde değil. Ve Ezanlar bizdeki gibi makamlı okunmuyor. Bu sebeple bana çok garip geldi. Ezanlarımızın okunuşunun ne güzel olduğunu düşündüm.




Balık yediğimiz adını unuttuğum restaurant. Balıklar çok lezzetliydi. Deniz mahsulleri salatasıda çok güzel görünümlüydü ama içinde ne var ne yok tam anlayamadım çünkü ortam tüm diğer restaurantlarda olduğu gibi fazlasıyla loştu. Bende sadece ne olduğunu anlayabildiklerimi yedim. Çünkü bir gün önce salyangoz satan birini görmüştük. Her ne kadar o deniz mahsülü olmasada gözümün önüne geldiler :o  ıyyyğğğ
Hatta bizim masamızı aydınlatan abajur bir ara yanıp sönmeye başladı :)  Oda sönseydi el yordamı yemeğimiz yerdik herhalde :PPP


Neyseki gelip düzelttiler. O esnada onu getirip bizim masanın üzerine koysanız demek geldi içimizden.
A.Y. buradada rahat durmadı ve yemek yemedi. Bende balıkarın en güzel yerlerinden A.Y. için ayırıp ekmek arası yaptım.


Akşam odaya geldiğimizde sadece sütle uyumak istedi ve bizde o canııım balıkları buz dolabına koymayı unuttuk. sabaha fark ettiğimde bozulmuşlardı. Üzülerek ve yutkunarak çöpe attım :(
Kendimede söz verdim yemek esnasında ne yerse o !!!!
(söz vemem demek henüz uyguladım demek değil  :P   uygulayabilmeyi umuyorum )


Ve Marakeş yollarındayız.



Bol palmiyeli, kaktüslü yollardan geçtik.



Şu uzakta gördükleriniz kaktüs. Meyvesi var kaktüsün bilirsiniz. Çoook  leziz.
Markette diğer meyvelerle beraber satılıyor.




Sebze meyve fiyatları oldukça ucuz. yemekler yediğiniz yere göre uygun olanlarıda mevcut. Ama bizdeki fiyatlarla karşılaştırdığınızda aynı paraya bizdeki kaliteyi bulamayabilirsiniz. Mesela yediğimiz restaurantlar hiçde küçümsenecek yerler olmamasına karşın kağıt peçete kıtlığı vardı, hatta en çok ihtiyaç duyduğum yer olan balık lokantasında hiiç yoktu!!!! Sadece kumaş servis peçeteleri vardı.
Çantamdaki selpaklarla idare ettik.





Bizdeki sahil şehirlerinden çokta farklı olmayan Kazablanka dan sonra Kırmızı toprağı ve kırmızı binaları ile Marekeş bana Fas ta olduğumu daha çok hissettirdi.






Trafiğinin tuhaflığından bahsetmiştim ya;
bir tuhaflıkta küçük sayılabilecek sokaklarda dahil çoğu köşe başında bir polis bekliyor olmasıydı.
Ve trafik buna rağmen bahsettiğim gibi bir de o polisler olmasaymış............






Bayraklarını çekmeye çalıştım. Rüzgarın müsade ettiği kadar çekebildim. Kırmızı üzerine yeşil yıldızdan oluşturulmuş. Karşı yoldada polis amcalardan biri görünüyor.



Djemaa el Fnaa Meydanına gidiyoruz. Marekeşin kalbi.




Faytonla şehir gezisi yapmak çok güzel bir fikirdi ama vaktimiz yetmedi.



Bizdeki Sultan Ahmet Meydanı gibi neredeyse satıcılar hariç herkes turist.




Tam bir panayır havasında.

 




Yöresel kıyafetleri ile gezerek fotoğraf çekenlerden para kazanan bir Berberi.





Ve işte kobra.(galiba kobra :P )
Sahibi zurnamı adı neyse işte o aleti çalınca gerçekten yukarı doğru kalkıyor. Gerçekten müziği anlıyor mu acaba?





Küçük zehirsiz olduğunu sandığımız yılanı biz ne olduğunu anlayamadan Öz.ün boynuna dolamışlardı bile :)
A.Y. ve ben ise sadece babmızın boynundan sevmekle yetindik.








Bol bol ve çeşit çeşit hurmalarında satıldığı kuru yemişçiler dizi dizi.





Çok lezzetli ve bol turunçgillerin yetiştirdiği fasda taze sıkılmış portakal suyunun bardağı 150 dirhemyaklaşık 1,5 €   30 dirhem yani 0,3 € .
Çok çeşitli, hepsi birbirinden lezzetli mandalina yedik.






A.Y. elbette en sevdiği hayvan arkadaşı kedilerle selamlaşmadan geçmedi.





Şimdi tenhalığına bakmayın bu meydanın akşam adım atılacak yer yoktu.





Genelde kumaş, terlik, deri eşyalar, vurmalı çalgılar, gümüşler, esanslar gibi turistik eşyalar satılsada ne ararsanız var çarşıda.





Kesip-biçmekten ve kumaşlardan anlasam, bu kumaşları nerede kullanabileceğimi akıl etsem bu kumaşçıdan bir sürü kumaş alırdım herhalde :)




İnsanları bize karşı çok sıcak ve ilgili idi. Çoğu nasılsa, Türk olduğumuzu tahmin etti. Halen Osmanlıdan kalma bir Türk sevgisi var.



Halen bebek arabası bulup alamadık ve A.Y. babasının kucağında seyahate devam ediyor.



Benimde bu çantacıdan  2 tane nasibim varmış ;)




Şu gördüğünüz motosikletler yüzünden A.Y. nin özgürce dolaşmasına izin veremedik. Çünkü motosikletlerin ne zaman nerden çıkacağı ve nerden gideceği hiç belli değil !









Bebek arabası bulabileceğimiz bir yer sorduk; Fransız cafesinin yanında  diye bir yeri tarif ettiler.








Esansçı.





Ve nihayet bebek arabasını bulduk. 300 dirhem = 30 €
üç kere gidip geldik hiç fiyatını indirmedi. Oysa Fas genelinde çok fazla pazarlık yapılıyor. Diğer her yerde pazarlık yapmıştık. Neyse daha direnecek halimiz kalmamıştı.
Yemek sipariş ettik fakat önceki yazımdada bahsettiğim gibi öyle geç geliyor ki siparişler, A.Y. yi sakin tutabilmek için Öz. tur attırıyor.







çarşıdaki cümbüş.





Ben 4 peynirli pizza söyledim. Öz.ise vejeteryan tajin istedi.





Öz.ün -nerden çıkarttıysa- büyücü olduğunu düşündüğü eski para satıcısı bu adam yanındaki sincabı ne için bulunduruyor anlayamadıysam da A.Y. için süper oldu. Resmini gördüğü sincabı yakından görmüş oldu. (belkide sadece teşhir içindir diye düşünüyorum)






Gezinmekten yorulmuş bir berberi dinleniyor.
Önden çekmedim çünkü her çekim için para istiyorlar, Üstelik verdiğinizide beğenmeyebiliyorlar!








İşte neci olduğunu anlayamadığım bu adamda bu çekim için bizden para istedi ama biz pek oralı olmayıp geçtik.





Fasın Yöresel kıyafeti Cilbab denen kapşonlu bir giysi.  Herkes giymesede giyen epey kişi gördük.  Her rengi var. Kadınlarda erkeklerde giyiyor. Değişik cins kumaşlardan yapılmışlarıda var.





Sazlı sözlü bir oyun.  Dillerini anlayamadığımızdan bizim için pek eğlnceli değilsede, yerli halk bu gösterileri zevkle izliyor. 
Öyleki bir üsrrteki fotoğrafta kalabalıktan oyun alanı görünmüyor.
Meydanda bu tarz gösteri yapan çok guruplarla karşılaştık.  Küçük skeçler yapıyorlar sonrada bir kişi izleyicilerden para topluyor.
Herkes gönlünden ne koparsa onu veriyor.



Fasın ünlü terlikleri.


Genellikle Fas dan hatıra amaçlı alınan bir şeymiş. Ama ben hiç birini beğenmediğim için hiç almadım   :P
Giymeyeceğim için yer tutmasınıda istemedim. Hatıra başka şeyler bulduk.
Bir arkadaşım için terliklerin magnetlerinden almayı düşünsemde çok kalitesizdi (bence) plastikten uyduruk birşey gibi geldi  almaktan vaz geçtim.



Çarşı labirent gibiydi. Daha önce geçtiğimiz bir yerden faketmeden 3 kez geçtik.

Bir ara dükkan sahiplerinden biri omzuma dokunup geriye doğru işaret etti !
Ben şaşkınlıkla önce adamın yüzüne, sonra geriye baktığımda bizim 1 saatlik bebek arabasının tekerinin birini yerde durduğunu gördüm. BEnim farketmememin sebebide arabanın çift tekerli olmasıydı.  Tekeri elimizde Öz.le biraz bakıştıktan sonra arabayı aldığımız yere geri gittik.
Adam duruma hiç şaşırmış gibi değildi. Güzelce tamir etti. Tekeri yerine taktı. Bu işte ustalaşmış gibiydi !
:)))



Hiç birisinin tadına bakmadığımız çeşit çeşit tatlılar. Bize hiç çekici görünmediler.


Resimde Fas kralı Muhammed VI i görüyorsunuz. Hemen her dükkanda resmi var.
Kral değişince bu resimler toplanıp yeni kralın resmimi dağıtılıyor acaba?



Hava kararmaya başlayınca Maymuncularda maymunları ile meydana çıkmaya başladı. Maymuınlar işlerini iyi öğrenmiş. Hemen fotoğraf çektirecek kişinin omzuna çıkıp poz veriyorlar.

A.Y. karnını doyurdukdan sonra yeni kavuştuğu arabasında derin bir uykuya daldı. Hatta arabası tamir edilirken bile uyanmadı  :)

O na maymunları göstermek istiyorduk. Bu sebeple yanımıza gelen maymuncuları bebeğimizin uyanmasını bekliyoruz diyerek geri çevirdik.

Bir süre sonra A.Y. uyandı. Farklı bir maymuncu yanımıza geldi. Ama bu adamın maymunu ürkekti . Adam ısrarla A.Y. nin arabasına oturtmaya çalışınca maynun dahada korkup adama kaçtı. Bu arada A.Y. de maymundan korktu :) 
Karşılıklı kokuştuktan sonra oradan ayrıldık.



O esnada gençten bir kız elimi kaptığı gibi bana sormadan az daha kına motifi çizecekti. Ben kızıp elimi çekerek zor kurtardım. Kızın cesaretinede çok şaşırdım!!!

Sonra düşününce güzel bir fikir olduğuna karar verdim fakat elbette  kaptı kaçtıcı  kıza yaptırmadım  :)

Bir teyze kestirdim gözüme (yeşil elbiseli, oturan bayan ) yanına gittik. Elinde iki tane kitap desen seçtik. Modeller öyle abartılıydı ki;
Ben bir modelin sadece bir parmağındakini seçtim ve bileğimede  başka küçük bir model seçtim.
Fakat ingilizce bilen ve asıl bu işi yapan kişi sonra geldi (ayaktaki bayan).
 İngilizcesi orada gelenden gidenden öğrendiği kadardı. Parmağım için olan modeli biraz benzeri olarak kafadan yaptı !!!!!

Elimin üzerinde ise  resme göre 4 yapraklı yonca (küçük dört kalpden oluşan) yapması gerekirken noktalardan oluşan bir daire!!!!! yapmasın mı????
üstelik  yanlış yere!  Bileğime yakın yere yapması gerekiyordu. Ben bunu anlatana kadar çoktan çizmişti bile ve bu kınalar çok etkili olduğu için o an silsek bile elimin üzerinde  leke kaldı.

Kadına resmi defalarca gösterdim. En sonunda da kadınların görme problemi olduğuna karar verdim. 

O kadar sinir oldum ki bir ara kadını elinden sırıngaya benzer aleti alıp kendim yapmak  istedim!  kadın müsade etmedi.
bir türlü HEART kelimesini kadına anlatamadık. En sonunda kalbimi gösterip gayri ihtiyari kalp değince kadınlar aaaa KALB  KALB demez mi!!!!!!!! 
Neyse teyzem bu seferde noktalaran oluşan bir kalp çizdi elimin üzerine ? ? ? ! ? !!!! 

Önce yapıp sildiği kötü bir renkte kalan yerede bana ikram olarak  tam bir kalp çizdi !
Bende artık anlamayacağını anlayıp direnmekten ve diretmekten vaz geçtim :)))))

Koluma çizdiği ise gayet başarılıydı fakat  A.Y. uyanınca kazağıma sürtüldü ve yan tarafı bozuldu.
Kınanın tam olarak tene geçmesi için bu halde 1 saat kalması gerekiyormuş.
Neyse işte bu da böyle bir hatıra oldu :)

Bu kına iki cinsmiş. Siyah ve kırmızı.
siyah olan 5 hafta kadar,  kırmızı olan 3 hafta kadar kalıyormuş. Fiyatlarıda ona göre.
Biz hadi olmuşken uzun kalan olsun dedik. Siyahından yaptırdım.
Geldikten 1,5 hafta sonra hepsi çıktı  !!!!!
Aslında istediğim gibi olmadığı için ve birazda alışık olduğum birşey olmadığı için 1 hafta bana eşlik etmeleri bana yetti  :)



Sonra meydanda büyük bir alan kaplayan beyaz çadırların altına gittik.
Çok değişik tadları bir arada satan seyyar lokantalar vardı. Karnımız aç olmasada hem tadmış oluruz hemde varsa A.Y.ye çorba içiririz düşüncesiyle birine yanaştık.





Önce sadece A.Y. ye çorba istedik.
İçersinde barbunyanın da olduğu hiç ummasakta ve A.Y. bizi tatmin edecek derecede yemesede, süper lezzetli bir çorba geldi. A.Y. den arta kalanını biz yedik :)
Çorbanın yanında getirdikleri kaşık tam bir komediydi  :) 
O kaşıkla ben bile zor içerdim ki A.Y. nin içmesini hiç hayal edemiyorum :)
Çantadaki tedbirlerden biri daha devreye girdi ve tedbiren yanımıza aldığımız plastik kaşık bu işte hizmet etti.


A.Y. çorbasını içerken yan masaya Faslı iki kız ve bir erkek oturdu. A.Y. yi sevdiler.
Kurabiyeye benzer bir şey yiyorlardı. Onlardan görüp Öz.ün canı çekti. Aynısını bizde istedik. 
İsminin sonrada PASTİLLA olduğunu öğrendiğimiz bu tatlı içinde tavuk ve badem (bana fındık ezmesine benzer bir tadı hatırlattı) olan çok güzel bir tatlıydı. Yuvarlak biçimli ve dörde bölünmüş, üzeri pudra şekerlenmiş olarak servis ettiler. İçersinde tavuk olduğu pekte anlaşılmıyordu.







Bir kase çorbanın yanında verdikleri iki yuvarlak somun!!! ekmeğin tadı Öz.ün çok hoşuna gitti.  Elbette sadece birinin yarısını yiyebildik.

Sonra yanımıza oturan  Alman turistlere gelen patates kızartmasına A.Y. elini uzattı.
E bizde istemişken yesin mantığı ile (gezilerde aman zaralı yemesin diyemiyorum, ne yese kardır  düşüncesi sarıyor bizi  ;)  )  patates kızartması istedik.
İstedik istemesinede deniz mahsülleri ile birlikte kızartıldığı için tadı çok ağırdı (ağır kelimesi hafif kalır aslında berbattı)  yiyemedik.

A.Y. ise iki üç tane yiyip sonra elinde yağ dolu patatesleri mıncıklayıp muhtelif yerlerine sürme girişiminde bulundu. Islak mendilin temizlediği kadar sildik.  Yağdan kirden kim ölmüş deyip aldırış etmedim :P   (dişimi sıktım, kafamı çevirdim, görmemeye çalıştım, kendime kirlenmekte güzeldir telkini yaptım :P )




Sonra bir başka müşteri için hazırlanan kuzu şişleri gördüm.
Benimde canım ondan çekti. (güya aç değildik. Pizza yiyeli 2 saat ancak geçmişti.)
Etrafdan ne gördüysek istedik gibi oldu. (gibi değil aslında tamda öyle oldu. Çünkü yediğimiz herşey hemen yanı başımızda ve açıkta sergileniyor, istenenler hemen oarcıkta pişirilip önünüze konuyordu. Hal böyle olunca başta burun kıvırdım. Oturunca etrafdaki insanların lezzetle yiyişleri bizi cezbetti, elbette kokularında etkisi yadsınamaz )
Kendi aramızda gülüştük :)
Neyse kuzu şişte acayip lezzetliydi. iyiki oturmuşuz, iyiki yemişiz dedik.

Hoş bir tecrübe oldu. İlk gece kazablankada yediğimiz yeri ve lezzeti burası ile karşılaştırırsak hiç tereddütsüz-berbat kızartmasına rağmen-  bu çadırı tercih ederim  :)
Ummadığın yerlerden ummadığın lezzetler çıkabileceğini anlamış olduk.

Nane çayı bardağın içinde sapıyla çöpüyle nane doldurulmuş bardağa sıcak su eklenmiş halde geliyor.   yani  %100 doğal  :)
Şeker atma kısmını kendiniz hallederseniz çok hoş. Eğer şekerli gelirse, kendinizi  sıcak şerbet içiyor gibi hissedebilirsiniz!




Fasa şimdi gidiyor olsaydım Marekeş te de gecelemeyi isterdim. Ama farklı yerlerde gecelemek bebekle birlikte bazen  biraz yorucu olabiliyor. Bu seyahat öncesinde yorucu olduğum ve sonrasında da bizi epey kokuşturma beklediği için hiç göze alamadım.
Eğer siz giderseniz Fes ve Agadır a da gitmeden dönmeyin.

Saat on gibi Marekeşten ayrıldık. Saat gece oniki buçuk - bir gibi otelde olmayı planlamıştık.
Tıpkı gelirken yaptığımız gibi Garmin hanıma (gps cihazımız olur kendisi) Kazablanka yazıp düştük yola.
Elbette marekeşin neresinde olduğumuzu ve bizi hangi yoldan götüreceğini hiç düşünmedik. Hiç sorgulamadan kafamızda olan, gelirken hiç müdahelesiz getirdiği otobandan götürmesi idi.

Az ilerlemiştikki tabela ve bizim Garmin hanım ters düştüler.  Bizde trafiğini beğenmediğimizden mi yoksa garmin hanımın kendimizden saydığımızdan mı  bilinmez , Garmin hanımın dediğine kulak verdik.

Yol gittikçe bozulmaya başladı. Benim yol - yön  bulma kabiliyetimin hep iyi olduğunu söylerler.    
 Öz. e gelirken bu kadar sarsıntılı bir yoldan gittiğimizi hiç hatırlamıyorum bu yol o yol muydu? dedim ama Marekeşe girerken A.Y. yeni uykudan uyandığı ve huzursuzlandığı için O nunla ilgilenmekten etrafıma fazla bakamadığım için çok ısrarcı olamadım. Haliyle teknolojiye olan güvenimiz sebebiyle yola devam ettik.
Öyle ya bizi buraya kadar getirende o değil miydi !!!

Yol gittikçe ıssızlaştı ve karanlıklaştı. Yolda ne bir kedi gözü ne bir çizgi hiç birşey ama hiç birşey yok.
Olacak ya göktede ay yok. Yağmur mevsimi ya!!!

Her yer zifiri karanlık. Sadece arabanın ışığı ile ilerleyen biz !!!!

İki ayrı yerde karanlık içinde yürüyen adama rastladık. Merkezden  epeyce uzaklaştıktan sonra hemde ve asıl enteresanı bu adamların elinde ne ışık var ne de başka birşey!!!
Öylece karanlığın içinden yürüyüp gidiyorlardı. Hiç mi korkmuyorlar? hadi insandan korkmasınlar, kurt gelir çakal gelir ondanda mı korkmuyorlar? Nerden gelip nereye gidiyorlar bilmiyorum.

Radyoda bir ara bi müzik çıktı. Hani korku  filmlerinde olurya araba yağmurda ıssız bir benzinliğe yanaşır. Bu esnada arabadaki radyoda  müzik çalar. hıh işte o müzikler gibiydi. Müziğimizde tam oldu dedim  :P

Neyse kasaba gibi bir yere geldik. Yine bir Kazablanka tabelası ve Garmin hanım çatışması çıktı. En iyisi  soralım birine dedik. (niye şimdiye kadar kimseye sormadığımızı merak edenler için: ingilizce bilenin en büyük şehrinde bile az olduğu ve saatin gece yarısına yaklaştığı bir saatte ortada soracak, soruncada anlaşa bilecek adam bulmak hiçde kolay değil. Güven mevzusunda ise denize düştük yılana sarılacağız ;) bu düşünceyle 5-10 kişiyle anlaşmaya çalıştık fakat hiçbiri netice vermedi.)

Bir benzinliğe yanaştık. Dışarda duran adama Kazablanka otobanını sorduk. Adam eli ile yolu işaret edip devam edin dedi. O yola çıkınca yolun ortasında iki ayaklı yolu kapamak için kullanılan  trafik işareti olduğunu gördük!!! Ve yolun devamında da  hiç bir hayat belirtisi yoktu.
Öz. zaten adamın ağzı leş gibi kokuyordu, kafası iyiydi demek ki,  tarif ettiği yolda bu kadar olur işte dedi.  Geri döndük.

Yine sevgili cihazımızın emrine amade diğer yoldan devam ettik.

Yine zifiri karanlıklar içinde kaybolduk. Hayatımda hiç bu kadar karanlık içinde kalmamıştım. Allah beterinden korusun. Şimdi düşününce çok korkunç gibi hissediliyor. Fakat o anda neyse ki bu kadar  korkmamıştım. Sadece aklıma hadi araba bozulsa, arabayı bırak farları bozulsa tarzında düşünceler geldi. Elbette Öz.e bunlardan bahsetmedim, bahsetmeme gerekte yokmuş. Çünkü O da o sıralarda aynı şeyleri düşünüyormuş  :)

En sonuda 50 km kadar gittikten sonra yine  kasaba gibi bir yere geldik ve iki polis bizi durdurdu :))))
Polisin bizi durdurmasına bu kadar sevineceğimi hiç tahmin edemezdim herhalde!!!
Durdurma sebebi zifiri karanlık yolda uzunlarımızı yakarak gitmemizmiş !!!! o da ayrı bir komedi. Olsun biz ona filan takacak durumda değildik.
Kazablankaya gittiğimiz söyledik. Genç olan ingilizce biliyordu.

Bize ;
- bu yoldan mı?  waoow iyi cesaret tarzında, bizi daha da dehşete düşürücü  şeyler söyledi!!!

Bizde ;
- cihazı gösterip, kendimizin yolu bilmediğimizi anlatınca

bize;
-Sizin yerinizde olsam geri döner BEN GUERİR den otobana çıkarım dedi. Tamam dedik bizde otobanı arıyoruz. 

Şaka gibiydi ama karanlıklar içinde, yol çok bozuk olduğu için 60-70 kmden daha fazla hız yapamadığımız yaklaşık 90kmlik yolun 50 kmsini geri gittik!!!

Yolda karşıdan gelen komyonların farları aşırı derecede rahatsız ediciydi. Haliyle Öz. rahatsız olup en sonunda birisine uzunlarını açma gafletinde bulundu!!!!!
Aman Allah ım o da ne adam koca kamyona 4 aşağıda 2 tanede tepesinde PROJEKTÖR koydurmuş !!!!
 Uzun öyle değil böyle yakılır dedi resmen bize  :)))))
Sonra kamyonların ışığını görür görmez çok uzakta bile olsalar hemen kapadık uzunlarımızı    :PPPP

Neyse en sonunda Polisin tarifi ile geldiğimiz yer neresiydi hadi tahmin edin?????

2 saat önce sarhoş adamın bize tarif ettiği kapalı yol !!!!
Neyse ki bu sefer şanslıydık karanlıkları içinden o kapalı sandığımız yoldan bir araba çıktı geldi :))))
Meğerse yolun sadece orta bölümü kapalıymış.
Yola devam ettik ve sonunda OTOBANA ÇIKTIK  :)))))))))))))))))))))))))
Sonradan düşündük ki GPS cihazı  bizi o anda şehrin neresinde bulunuyorsak oraya en yakın kazablanka yoluna sevketmiş.
On da Marekeşte başlayan yol gecenin üçbuçuğunda otelimizde sonlandı.

Otel görevlileri oteldeki son gecemiz olması sebebi ile odaya harika bir pasta bırakmışlardı. Böyle bir gecenin bu tatlı görüntüyle sonlanması çok hoş oldu. Vakitli geip o pastayı afiyetle yemek vardı :) kısmet değilmiş. Sabah 7 ye kadar uyuduk. A.Y. bu olaylar esnasında hiç uyanmadan uyudu çok şükür.

Deveninse gerçeğini göremedik ve oteldeki bronz heykeli ile idare ettik ;)



Uçağımız etresi  gün saat 3:30 da idi. Biz yorgunluktan sürünürken A.Y. enerjisini atacak yer arıyordu. Uçağın rötar saatini beklerken Restaurantta enerjisini atacak yerler buldu :)





Ve nihayet heyecan dolu bir seyahatte burada noktalanmış oldu  :)
.
.
.
Önemli not : günlerdir fırsat bulup yazamadığım, yazmaya başlayıp bitiremediğim bu yazıda yazdığım yazacağım en uzun yazı oldu herhalde!
Sabredip tamamını okuyabildiyseniz bravo size   ;)
.
.
********************