31 Temmuz 2009 Cuma

çiçek taşımaktan utananlar !

" Ulkemde çiçek tasimaktan utanan insanlari dusunuyorum bir de.Yillar once is basvurusu yapanlara, is gorusmesine gelirken çiçekle gelmeleri sartini koymustum.

Bir analiz yapmak istiyorduk.Daha dogrusu bir dostum bir sohbet sirasinda bir iddiada bulunmustu.Bu iddia uzerine bu sarti koymustum.


Is gorusmesine gelen bir kaç hanim hariç herkes, çiçekleri gazete ya da paket kagidina sarip getirmisti.Hiç kimse çiçeklerin gorunmesini istememisti.çiçek tasimanin utanilacak bir durum oldugunu dusunuyorlardi.


Dostum hakli çikmisti.Sevgiliye çiçek veren ama bundan utanan bir toplumuz.


ps: sartnameye bir kiloda elma getirme zorunlulugu koymustuk.Elmalarin hepsi seffaf naylon posetlerde geldi; Hiç kimse elma tasidigi için utanmamisti.


Ya siz????
çiçek gotururken gazete kagidina mi sardiriyorsunuz? "



(motosiklet.net coq adlı uyeden alıntıdır. )



***********************************


28 Temmuz 2009 Salı

Venedikteyiz - Bölüm 2 -


Coğrafi doku insana şaşkınlık veriyor.
Küçücük mesafelerden içerlere sokulmuş sular evlerin duvarlarını yalıyor. O duvarlar aşınmadan kendini nasıl koruyor diye merak ediyordum. Meğer suya dayanıklı kazıklar üzerine inşa edilmişler.



O kadar çok köprü var ki;

köprülerin ya altındayız ya üzerinde....

Evlerin önlerine çakılı kazıklar gondol ve tekneleri bağlamak için kullanılırken, evlerin kenarlarında sıra halinde çakılı kazıklar da deniz araçlarına sığ yerleri yerleri gösteren kılavuzluk görevi yapıyormuş.


Adalara giderken denizin ilerilerinde sıra halinde dizili gördüğümüz, üzerinde numaraların yazılı olduğu kazıkların ne olduğunu ise öğrenemedim. Bir yeri tarif eden hat numarası mı acaba ?



Tarihi doku yüzyıllardır hiç borulmadan korunmuş.




Eskilerin sıradan ulaşım aracı olan gondollar ulaşım için motorlu araçların çıkması ve Venediğin turizm merkezi olmasıyla birlikte, turizmle geçinenler için çok güzel bir gelir kaynağı olmuş.
kanallar içersinde 1 saatlik bir gezintinin bedeli tam 120 € idi. İnsan gücüyle çalışan bir gondolların masrafı ise sadece gondolun bakımı !

Karını siz düşünün artık.



Bazı kanallar var ki buralara sadece bu gondollarla girebiliyorsunuz.
Biz gondolu pahalı ve gereksiz bulkup binmedik. Zira diğer motorlu teknelerde aynı zevki veriyordu.
Ama siz 5-6 kişi iseniz beraberce binip kişi başı ücretini makul seviyeye getirebilirsiniz.

Oteller müşterilerine Venediğe ait bir harita veriyorlar. Bu ahrita üzerinde geilecek yerler belirtilmiş. Yani görülecek neresi var bilmeseniz bile bu harita size gösteriyor.

Kaldığımız hoteli görerek bulduğumuz yazmıştım daha önce. İşte bu en çok Venedikte işimize yaradı.
Çünkü; venedik malum köprüler şehri ve denize doğru epeyce uzanıyor. Araba girişi bildiğiniz gibi yasak. Yasaktan öte böyle bir şeye imkan yok zira arabanın girebileceği yol yok :)
Neyse, arabayı günlüğü 30€ ya bulduğumuz ( gerçek fiyatı çok daha pahalı. Bu otopark kaldığımız otelle anlaşmalı bir otopark olduğu için bu fiyat ) otoparka bırakıp valizimizi yüklendik.

İşte arabamızın bulunduğu yerden manzara. ( Otoparkın 8. katı )
Zaten eşya olarak kabin içine alabildiğimiz küçük bir valizimiz, bir sırt çantamız ve bir de A.Y. nin bebek arabası vardı.
Valizimizi çok iyi hazırladığımızı düşünüp kendime müsadenizle bir aferin veriyorum.
(Helede diğer turistlerin bir iki adet devasal -abartmıyorum- valizlerini görünce çocuklu bir aile olarak kaldığımız gün sayısınıda düşünüce bu aferini falası ile hak ediyoruz. Üstelik çok şükür ki A.Y. ye bez almaktan başka hiç bir eksiğimiz-ihtiyacımız olmadı :)
.
(Konuyu dağıttım galiba)
.

Mestre bölgesini (ana karayı Venediğe bağlayan gelişmiş bölüm) adacıkların bulunduğu kısma bağlayan 4 km lik köprüyüde araba ile geçtüikten sonra tüm eşyalarımız alıp arabanızla vedalaştıktan sonra Venediğin içinde otele kadar yayan gitmek zorundasınız. İşte otelimizi buraya en yakın mesafede seçtik.
Otel Venediğin merkezinde olsun diye internetten çok daha içerlerde bir yer rezerve ettirmiş olsaydık bebek arabası ve valizle o kadar köprü nasıl inilir çıkılırdı bilemiyorum. Büyük kanal üzerindeki büyük köprü (adı neydi unuttum) hariç köprülerin hiç birisinde rampa yok. Hepsi basamak halinde. Ve ellerinde bebek arabası her an bu basamakları inip çıkan anne babaları görmeniz işten bile değil. Venediğin güzelliği herkesi öylesine büyülemiş ki sayısız köprüler bizde dahil kimseyi yıldıramamış :)


İşte köprüyü aşarken çekilmiş bir kare....... ( Küçük Paşam tahtırevanına kurulmuş )

e bebek arabamızda baston tipte olanlardandı. Yani şu yazlık tipte tamamen portatif olanlar kadar olmasada gayet hafifti. Çok daha ağır olanları görünce bu arabayı alırken Öz. ümün sözünü dinlediğime bir kere daha memnun oldum :)


Tüm İtalyada yapılan, fakat sadece Venedikte maskelerle katılımın devam ettiği bir festival varmış. 25 nisanda yapılıyormuş yanılmıyorsam. Dolayısı ile her yerde envai çeşit maske satan mağaza görebilirsiniz.






San. Marco meydanına girerken ilk gözümüze çarpan çan kulesi. 96 m uzunluğunda bir kule.
Açık havalarda tepesinden alpler görülebiliyormuş. Biz çıkmadık görmedik, görenlerden duyduk :)
Görülecek yerlerden birisi de saat kulesi. Kadran ayıları burç sembollerini gösteriyor. Gösterdiği tarihte ve günün o saatinde gökyüzü şekillerinin durumunu bildiren bir mühendislik harikası.



San Marco' nun aynı zamanda yem verilen kuşlarıda meşhur. İnsana o kadar alışmışlar ki sen yem vermeden gelip elinde yiyecek varsa eline konup yemeye başlıyorlar.


A.Y. kuşları o kadar çok ve yakından gördükü kuşlar onun gözündeki tüm cazibesini yitirdi.



Önceden dikkatini çekmek için kuşları kullanıyorduk, ama artık dönüp bakmıyor bile :)


San.Marco meydanının etrafı cafeler, yine lüks markaların mağzaları, turistler için hediyelik eşya satıcıları ve döviz büroları ile çevrili.



San Marco katedrali.

Bu fotografta görülen dört bronz at, Haçli Seferleri sirasinda Istanbul'dan, Sultanahmet Meydani'ndan çalinmis.


Üzerinde San Marco'nun Aslanı ve San Teodoro'nun heykelleri bulunan granit sütunlar. Bu sütunlar Constantinople (İstanbul)'dan getirilmiş. resimdeki beyaz ceketli kadında bize poz vermiş sanki :)
(Foto çok uzaktan oldu ama idare edin artık :P )


Solda görülen Doge (Düka) sarayı Venedik'in bir güç ve şöhret sembolüymüş. Saray aynı zamanda hem Düka'nın ikamet yeri, hem de hükümetin bulunduğu yermiş.





İç çekme köprüsü. Aşıklar şehri dedik diye sakın iç çekenlerin aşıklar olduğunu sanmayın. Çünkü bu iç çekmeler Dükler sarayı ile zindanı birbirine bağalyan bu güzel görünümlü köprünün güzel çiçekli pencerelerinden, kafesler içersinde aşağı atılan mahkumlara ait !!!
Mahkumları kafese konulup buradan atılıyorlarmış. Gökyüzünü son görüşlerindede iç çekiyorlarmış :(




İtalya' da her şehre ait bir bayrak var.



Büyük kanal venediğin ortasında S harfi gibi kıvrılıp gitmiş.



Evlerin hepsi çok güzel, fakat sadece gezmek için. Zaten yerli halkın nüfusu oldukça az. Yerleşik hayat için daha çok Mestre bölgesi tercih ediliyormuş. Biz Mestreyi gezmedik. Sadece içinden geçtik o kadar.



Ve Charles Dickens' ın VEnedik için söylediği sözle Venedik turumuzu tamamlıyoruz.
"Dünya'da Venedik'le ilgili okuduğunuz hiçbirşey, gördüğünüz hiçbir fotoğraf şehirdeki muhteşem ve etkileyici gerçeğe eşdeğer değildir... "
Dileyen herkesin gidip görmesi dileğimle......
.
**********************************

27 Temmuz 2009 Pazartesi

.... ve Venedikteyiz - Bölüm 1-


Venedik - Venezia- , İtalya nın Kuzeydoğusunda Adriyatik denizi kıyısında ki ada şehir.
Karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demiryolu köprüsü ile bağlanmış. İşte o köprü üzerindeyiz.



Gezimiz boyunca tüm otellerimizi yerinde bulup, görüp kiraladık. İşte Venedik te bu şekilde bulduğumuz ilk otelimiz.
( Sadece Roma da rezarvasyonumuz vardı. Vize için. Roma ya varınca hoşumuza giden bir hotel bulduk. )
Böyle yapmanın iyi yanı da, kötü yanı da mevcut.
İyi yanı ;
  • daha önce gitmediğiniz bir yerse, otelin konumunu (her ne kadar internet sitelerinde krokiyle anlatılsa da) istediğiniz gibi seçip, yanılgıya düşmüyorsunuz.
  • Otelin konforu imkanları (her ne kadar yıldızı size bir fikir versede ) süpriz olmuyor.

Kötü yanı ;

  • Fiyatı rezarvasyonlu haline göre daha pahalı oluyor.
  • Yer bulamama ya da istediğiniz kadar kalamama ihtimaliniz var.


Biz bunların tamamını bizzat tecrübe ettik. Hatta Venedikte ki günlerimizi iki ayrı otelde tamamladık. Ama tevafuk ki ikinci otelimiz ilkinden çok daha güzeldi. İkinci oteli ilk otel görevlileri bizim için ayarladı.( ne nezaket ama ) Ve ilk otele çok yakındı. Bizim için yorgunluk değil keyif oldu :)

Şu şezlogta uzanıp bir foto çektirmek isterdim ama hava müsade etmedi :) Evet hava tam benim havamdı; bulutlu ve hafif yağmurlu.

uffff romantizm doruklardayıdık anlayacağınız :PPPPP



Tabi bu romantizme pamuk şekerimizide dahil etmeyi unutmadınız değil miiiii ?
:D
oyyyyy romantizm bile O' nsuz olurmuuu hiiiç ??? kuzum beniiiim.
Biz romantik takıla duralım O afacanlıklarına devam etsin. Yerden topladığımız çorapların haddi hesabı yoktu. İşte bu da A.Y.yi işbaşında yakaladığımız bir an.




Birçokları gibi bizim de ilk gezi durağımız Murano - Burano - Torcello adalarından ilki olan Murano adasıydı.



Adalara Vapuretto ile gittik.

Yaklaşık bir saat süren bir yolculuktan sonra murano adasındayız.
.
.
.
Murano Lagona'daki küçük şirin bir köy adası. Ana caddesinde bir kanal ve kanalın iki yakasında yan yana sıralanmış Rönesans evlerinin bulunuyor.


.
Murano, 1300 yılından beri önemli bir cam-üretim merkezi.
Adada izlemeye açılmış hatta uygulama yaptıran birçok cam atölyesi var. Camın ortaya çıkış hikayesini izleme-dinleme ve isterseniz uygulama ücretli. Camın satışından başka bu olaydan da epey para kazanıyorlar.
.
Yukarıda gördüğünüz yer de bir cam atölyesi. Ve gördüğünüz amcada bir cam ustası. Fotoğrata görünmeyen bir de çırağı var. Çırak camı şekil vermeye hazır hale getirip ustanın ellerine teslim ediyor. Ustada kah ezip çevirerek kah üfleyerek neler yapıyor neler.......
.

********************************

Bilgilenelim :
.
CAM
Kullandığımız camlar, yapay camlardır. Cam, yeryüzünde doğal olarak da bulunmaktadır. Doğal cam, obsidyen olarak bilinmektedir. Doğadaki camın varlığı insanlara yol göstermiştir.
Cam, maddenin katı ile sıvı arasındaki özgün bir halidir.
.
Cam yapımının ilk basamağı doğru maddelerin uygun oranda bir araya getirilmesidir. Günlük hayatımızda karşımıza çıkan ve camın hammaddesini oluşturan maddeler;kum, soda ve kireçtir.
.
cam yapımı 4 aşamalı bir işlem.
.
• Ana Maddelerin Hazırlanması
• Eritme
• Biçimlendirme
• Tavlama
.
Ana madde; kum + soda + kireç
Kum cam yapımında ana malzemedir. (aslında ana madde silisyum. Silisyum en çok deniz kumunda bulunduğu için ve kolaylıkla temin edilebildiği için kum kullanılıyor.) Soda, düşük sıcaklıkta akıcı hale gelmesini sağlar. Kireçse, kimyasal etkilere dayanıklılığını artırır.
.
Bir araya getirilen bu maddeler 15000 derece C ’deki fırınlarda eritme işlemine tabi tutulur.
( yukarıdaki resimde sağda görülen ocak )
.
İşte ustamızın yaptığı iş.
Şekil vermede değişik teknikler varsa da asıl iş ustanın becerisi, hayal gücü yani sanatçı yanında.
.
Tavlama ile cam soğurken oluşan iç gerilmeler yok edilir. Tepeden ısıtılan sürekli bir kanal içinde camı yeniden ısıtarak iç gerilmelerin giderilmesi sağlanıncaya kadar bekletilir ve daha sonra yavaş yavaş soğutulur.
( yukarıdaki resimde karşıdaki ocak )
.
***********************************
.
İşte camımız hazır.
Mağazayı gezmek de yapımını izlemek kadar ilginç. İnsanın hepsini alası geliyor içinden.
.


.
Ben bu gül ağacı şeklindeki abajura bittim. Aklınıza gelebilecek hatta gelmeyecek herşeyi yapmışlar camdan.
Buradan tekrar vapurettoya binip Burano ya geçiyoruz.
.

.

Burano danteli ve farklı renklere boyanmış evleri ile meşhur rengarenk balıkçı köy adası. (ahhh aaahhhh biz kendimizi yeterince tanıtamıyoruz. Bizdeki dantelleri görseler...... En sıradanımızın sandığından bile 5 tane Burano çıkar. :P )

.

.

Dantel ören kadınlar, sokaklara bakan evlerinin önünde oturarak bugün bile dantellerini örüyorlarmış ama ben kimsecikleri görmedim :)

.
.

.
Ama rengarek evler kimisinin boya zamanı gelsede çok hoş değil mi?
.
.



Bu adalar çoğunlukla turizmden para kazanıyor. Herkes -heryer turist.
.
.


.
Torcello bu ada köyü, bir zamanlar piskoposun ikamet ettiği önemli bir kasabaymış.
.
.

Yeşillikler içersinde küçük sakin bir ada köy.
.
.



.
Bizde evlerin yanında otopark vardırya, aynen onun gibi buradada evlerini yanına otopark yerine teknepark yapmışlar. Bizde herkesin arabası olması misüllü Venediklilerinde motorlu sandalları var herhalde :)
.
.

.
11. yüzyıldan kalma heykeller......
.
.









.
Piazza, 11. yüzyılda Romanesk tarzında ve sekizgen planda inşa edilmiş Santa Fosca Kilisesi, 11. yüzyıl güzel mozaik döşemelerin ve Korint tarzı yunan mermer sutunların üzerine yerleştirilen harikulade kemerlerin bulunduğu 9.-11. yüzyıl Katedrali'dir.
Burayı ziyarete gelen bazı dindar hristiyan bayanların içeri girerken başlarını örtmeleri dikkatimi çekti.
.
.

.Ve usul usul yağan yağmur gibi Torcello yu usulca geride bırakıyoruz.................
.
.
.
***************************

24 Temmuz 2009 Cuma

Savaş Tanrısı - lord of war - Son zamanlarda izlediğim en iyi macera aksiyon filmi


Sinema günlerine devam.........

İşte dün bahsedecekken Çit ' in duygusal yoğunluğu ile bu güne bıraktığım film;

Savaş Tanrısı ( Lord of war )

Üç yıl önce Cd sini izlemiştim. Geçen akşam TV de yayınlandı. İlk izlediğimizde çok hoşumuza gitmişti. Tekrar izledik.

Yine bana çook anlamlı gelen ve mutlaka izlenmesi gerektiğini düşündüğüm bir film. Dünyayı yöneten kişilerin, savaşları başlatan ve bitirenlerin, kimler olduğunu ve tüm dünyayı kendi keyifleri, zevkleri ve egoları için nasıl kana buladığını öğrenmek isteyenler için yapılmış bir film.

Dünyanın istedikleri köşesine sözde özgürlük götürenlerin nasıl vahşi duygularla, acımasızca sırf keseleri ve keyifleri için bu oyunları çevirdiğini izlemek isteyenler için yapılmış bir film.

Gerçekten insani duygularını yitirmemişlerin anlayacağı bir film.

Gerçekten insansanız izlemek isteyeceğiniz ve izlerken içinizi acıtacak bir film.....

Filmin Yönetmeni : Andrew Niccol (aynı zamnda senaristi de)

Oyuncuları : Nicolas Cage, Bridget Moynahan, Jared Leto


Filmin hikayesi gerçeklere dayanıyor. 20. yüzyılda ki en büyük silah satışlarının konu alındığı bir film.

Filim; silah taciri Yuri Orlov’un dünyanın dört yanındaki silah kaçakçılığı serüvenlerini anlatıyor…

İşini büyük başarı ile yapan Yuri Orlov ' un bu başarısında hangi makamlardan kimlerin, ne karşılığında ona yardımcı olduğunu hayretler içersinde izleyeceksiniz.

Bu pis işi sadece para için değil içindeki doymak bilmeyen hayvani egosunu tatmin etmek için yaptığını hayretle izleyeceksiniz. Ve bu uğurda ailesinin birer birer başına gelenleri izleyeceksiniz.

Neyse ki devlet yetkilileri içersinde, kanunları çiğneyemeyen, hala insan olan bir interpol ajanı var.

Filmin son ve en acı sözü:

Dünyada Savaş devam ettikçe insanların Yuri ye ihtiyaçları hep olacaktır...

Unutumadan benim gibi Nicolas Cage hayranlarının ekstra seveceği bir film. Cage oyunculuğunu her zaman ki gibi konuşturmuş. Ben genel olarak bu adamın oyunculuğunun yanında seçtiği ve oynadığı senaryoları çok seviyorum.

iyi seyirler.

***************************************

23 Temmuz 2009 Perşembe

ÇİT - Rabit proof fence - son zamanlarda izlediğim en iyi drama



İyi ki yaz geldi, iyi ki diziler tatile girdi.

ohh be.

Diziler kalkınca sinemalara yer açıldı.

Bizde iki-üç haftadır evde sinema günleri düzenliyoruz Özümle. Böyle güzel filmler denk gelince çok güzel oluyor. Tabi sonunu getiremeden kapattığımız zamanlarda yok değil.

Aslında izleyiş sıramıza göre yine çok anlamlı bulduğum başka bir filmden bahsedecektim. Ama Çit i izleyince çok dokunaklı gerçek bir hikaye olmasından dolayı baskın geldi. Önceliği buna verdim.

Aslında baya eski bir film. (2002 yapımdı yanılmıyorsam) Bana izlemek yeni nasip oldu.

Yönetmen Phillip Noyce (Avustralyalı bir beyaz) .

Perth, Avusturalya ; 1931. Batı Avustralya’daki Aborjinler’in baş koruyucusu (sözde) Aborjin (yerli Abvustalya halkı) çocukların ailelerinden ayırıp, ‘beyazların toplumunda yeni yaşamlarına hazırlanabilecekleri’(hazırladığı yaşam beyazlara iyi bir hristiyan hizmetçi olmak) bir kamp kurmuştur.

Kendisi, eyaletteki tüm Aborjinler üzerinde yetki sahibidir. Hatta Aborjin çocuklarının yasal vasiliğini yüklenmiştir ve Aborjin çocuklarının yine Aborjinler’le evlenmesine izin verilmesini engellemektedir. (Aborjin neslini yok etmek yani)

Jigalong’daki küçük bir yerde, üç Aborjin kız anneleriyle birlikte yaşamaktadır. Jigalong ve yanındaki çöl boyunca, Batı Avustralya’nın kuzeyinden güneyine bir hat çizerek inen çit tavşanlarla otlakları birbirinden ayırmaktadır.

Bay Neville bu üç kızın yoldan çıkmakta oldukları söylentisini duyar ve en kısa zamanda Perth’ün kuzeyindeki Moore River kampına nakledilmeleri emrini verir.

Bu amaçla zorla annelerinden ayrılmış küçük Molly'nin kızkardeşi ve kuzeniyle birlikte, hükümet tarafından işletilen ve Craig gibi yerli halka mensup, siyahi çocukları alıp eğiterek beyaz ırka entegre etmeye çalışan bu kamptan kaçış öyküsünü konu alıyor.

Kamptan kaçmayı başaran üç küçük çocuk, peşlerine hükümet görevlilerini de takarak, çok uzaklardaki evlerine ulaşabilmek için bir ölüm-kalım yolculuğuna çıkıyorlar. 1500 km lik bu dile kolay yolu aşıp aşamadıklarını, bazen göz yaşları içinde, izleyip öğrenin.

Bu film Çit ’ in baş kahramanlarından Molly’nin kızı Doris Pilkington Garimara tarafından yazılmış kitaptan sinemaya uyarlanmış.

Gerçekliği dolayısı ile insana daha da üzüntü veriyor. Bu hikayeyi yazan kızının akıbetinide filmin sonunda söylüyorlar o kısmıda dinleyin ve kayıp nesil hikayesini öğrenmiş olun. Onların ifadesi ile çalınmış nesil. Bence de bu ifade daha doğru !

Çağdaş , uygar batı dünyasının, amaçları uğrunda neleri yapabileceğini, nesilleri nasıl eritip yok ettiğini, dağdan gelip bağdakini nasıl kovduğunu bir kere daha izleyip öğrenin :(

******************************

22 Temmuz 2009 Çarşamba

uçukbeyaz kendi tıklanma rekorunu kırdı !

Site istatistiklerine baktım biraz önce. Birde ne göreyim;

18.07.2009 tarihinde 183 kişi.

a aaa
ne alaka. Benim sitem günde olsa olsa ortalama 25 kişiyi hadi bilemedin 30 kişiyi ağırlıyor.

Allah Allah bu işte var bir iş
ama ne? ne ? neeee?
ben bu tarihten önce en son ne yazdım?
bunu.
sebep bu yazıyla ilgili olamaz. öyleyse ne?
Düşünürken aklıma geldi.
19.07.2009 sigara yasağının başladığı gün.
Bu yasakla beraber galiba tiryakiler ya da işletme sahipleri nerede sigara içilebileceğini öğrenme telaşı ile olsa gerek benim epey önce yazığım bu yazıya tıklamışlar.

Tabi okudukları yazıdan memnun oldular mı bilemiyorum.
Nerden nereye......
Lütfen bırakın şu illetide sizde rahat edin bizde!
Bırakmanızı sizin için istiyor değilim. Sizden daha çok sizi kimse düşünemez. Siz kendinize ne kadar kıymet veriyorsanız sizi en çok seven kişi dahi ancak o kadar sizi sevip size önem verebilir.

Ben kendi özgürlüğümün kısıtlanmasını istemiyorum. Gittiğim yerde üüfff diyerek yer değiştirmek zorunda kalmak, ilk hoşuma giden beğendiğim yeri terk etmek, kendimi ve çocuğumu sakınmak ve hatta bazende terkedemediğim mekanlarda o pis dumanı daha az solumak için nefesimi tutmak istemiyorum.

bu liste o kadar çok uzarki aslında.

Balkonumda kimin içtiği belirsiz, üst komşulardan birinden fırlatılmış izmarit bulup, tüm sinirlerimin tepeme çıkmasını, ve tüm günümün ziyan olmasını, yakınımdaki insanın ciğerlerinden ve ağzından çıkan havanın temiz -sandığımız- havaya karışıp benim ciğerlerime dolmasını bu derece hissetmeyi istemiyorum.
(sigara içsin içmesin gerçek bu olsada karşındaki kişinin üflediği dumanı içine çekince bunu daha çok hissediyorsun. bu cümleden sonra inşallah beni paranoyak sanmazsınız. düşünürseniz birinin ağzından çıkan şeyi yemek bize çok iğrenç gelirken ağzından çıkan havayı mecburen solurken bunu hiç yadırgamıyoruz. Neyse ki yadırgamıyoruz ve hatırlamıyoruz. belkide mecbur olduğumuz içindir.)
.
Herkese ter temiz ferah havalar ve hayatlar,
ve bağımsız günler diliyorum.
:)
.

.
*****************************

21 Temmuz 2009 Salı

Verona' da mı kalmıştık?




Verona ya ait resimlere ve notlara bu resimle başlamak istemezdim. Ama Verona bizi arabadan iner inmez bu manzarayla karşıladı. Bende aynısını yaptım :)

Böyle bir şeyi hayatımda ilk kez görüyorum. Çöpün yanına konmuş bir fare kapanı. Demek ne kadar fare var ki buraya bunu koymuşlar, ııyyyy diyerek şehre hiç hoş olmayan bir giriş yaptık.....

Şükür ki sonraki manzaralar bu görüntüyü unutturdu.

Haydi buyrun.......................




En sevdiğim hava koyu renk bulutlarla kaplı hava.

Esinti uzaklardaki yağmur kokusunu getiriyor ve yağmur bize haber yolluyor; musaitseniz demeden, "ben geliyorum"


Aşıklar şehri Venedik derler ama ben burada romeo ve juliet' in yaşadığı yer, gezdiği (aslında doyasıya, özgürce, birlikte gezemediği ama yinede birbirinin aşkıyla gezdiği ) sokaklar olması hasebiyle olsa gerek romantizmi bu havayla beraber dahada hissediyorum.



İşte hava bu hava. Bol bol çektik içimize.

İnsanlar sakin, etraf sessiz.
Buna benzer nice günler geçirmişte iyice ezberlemiş herşey rolünü.
Kim bilir kimler gelmiş geçmiş bu sokaklardan , neler konuşulmuş.
Kim bilir kalıcı olanlar aynı sahneyi kaçıncı kez izlemiş.
Ama hiç birisinde büyü bozulmamış.

Sanki aşkın acısı sokaklarda öylece kala kalmış.......





Faytona binip de hemencecik varmayın Verona' nın sonuna.

Ara sokaklarda gezinip, aşkı hissedin,
Dönüşte binin foytona, yorgunluk sizi esir almasın.
Ki; bulduğunuz aşkı sindirin.




Her zaman elimizde olanlar nasılda kıymetini yitiriyor.

Günlük işlerini sonlandırma telaşında olan Verona' lılara bakıp aşkın, alışılmış, alışkanlıklaşmış halinin bile ne kadar huzur verici olduğunu fark edin.




Güneş güne veda ederken.......






İtalya' nın colosseum ve capu'dan sonra 3. büyük anfi tiyatrosu Arena Verona.





Her yıl ağustos ayında festival düzenleniyormuş bu arenada.
Dünyaca ünlü operalar bu festivallerde burada dilleniyormuş.

(şimdiye kadar hiç operaya gitmedim. Gitmeyi istermiyiiim ? Zihnimde bu olayı anlamlandıramadığım için gerek görmedim. Ama bu festival Verona' da bulunduğumuz zaman içine denk gelseydi belki bir taşla iki kuş hesabı tecrübe edebilirdim. Ama zamanı denk gelmedi, bende tüh demedim.)


Bra meydanı





Tepesini gördüğünüz kule "Tower Lamberti".Buradan öyle küçücük göründüğüne bakmayın. Verona'nın en yüksek kulesi. Yüksekliği 83 m.



Miis gibi parfüm kokulu mermer caddeler darlığı sebebiyle trafiğe ve dolayısıyla gürültüye kapalı.

Başka semalara hayat vermek üzere çekilen güneşin ardından vazifesini tamamlamış ve kapanmış şemsiyeler.


Doğru yoldayız. Aşka gidiyoruz......




Casa di Giulietta- Juliyet' in evi

Capuleti’ler ile Montecchi’ler aralarında ki kan davası nedeniyle birbirlerine düşman ünlü ve zengin iki İtalyan aile.

Montecchi ailesinden Romeo, Capuleti’lerden Juliet’i görür görmez âşık olur. Bir rahibin yardımıyla gizlice nikâhlanırlar. Nikâh sonrası şehir meydanında çıkan bir kavgada Romeo, kendi ailesinden bir ferdi öldürülmesi üzerine Juliet’in kuzenini öldürür.

Capuleti ailesi de intikam yemini eder. Romeo bunun üzerine şehri terk ederek Mantua’ya gider. Juliet, ailesi tarafından Kont Paris’le evlendirilecektir. Juliet bundan kurtulmak ve Romeo ile kaçmak için ilaç içerek ölü taklidi yapar.

Romeo döndüğünde Juliet’in öldüğünü zanneder ve zehir içerek canına kıyar. İlacın etkisi geçtikten sonra uyanıp Romeo’nun cesediyle karşılaşan Juliet de intihar eder.

İşte böyle trajik bir aşk hikayesi.



Bu aşk ilk kez 1524 yılında şair Luigi da Porto tarafından hikaye edilmiş. 60 yıl sonra da William Shakespeare “Romeo ve Juliet” adıyla tiyatro oyununa dönüştürmüş. William Shakespeare zaten İngiliz ve Verona' da da yaşamıyormuş. Ben burada yaşayarak etkilenip oyunlaştırdığını hayal etmiştim hep.
13. yüzyıla kadar uzanan bir geçmişe sahip Capuleti ailesinin evi 1905 yılında belediye tarafından satın alınmış ve şu an onun mülkiyetinde. 70 yıl önce restore edilerek bugünkü görünümünü kazanmış.
Shakespearein tiyatrosundaki Julietin yatağı julietin odasında kurulmuş.



Allah bize aşkı yaşattı hamd olsun. Hemde bir kaç çeşidini...
Duvara ismimizi yazmakta ne ola ki ?
Yurdum insanı geri durmamış yazmış zaten ismini :)

Ve bize Rabbim zaten boool bol şans verdi...
Juliyetin göğsünü ellemekte neyin nesi ?





Zavallının şans getireceği yada tutulan dileğin kabul olunacağı uydurma safsatası ile dokunulan sağ göğsü parlarken yüzü kapkara kalmış. Yoksa Juliet zencimiiiymiiiş :P :P (tamam kabul ediyorum iğrençti .)
Birde insanlar poz verirken sağ koluna yapışıyorlarya o yüzden koluda parıl parıl.
Bari yüzünüde görevliler parlatsaymış.



Oyundaki bu meşhur balkon......



................................... işte bu balkon.

Ancak bu balkonun gerçek hikayedeki yerini sorarsanız hayal kırıklığına uğrarsınız.
Çünkü gerçekte böyle bir balkon yokmuş.
Shakespeare in oyunundan esinlenerek ziyarete açıldığında (tamamen duygusal olarak;) )balkon eklenmiş.



evin önden görünüşü.
Kendilerini 2000 li yılların gelişginliğine teslim eden binaların arasında Casa di Giulietta aşkıyla kendini ilk halinde korumakta.



Aşk aşkta ...
Mide aşk dinlemiyor.
Aşk karın doyurmuyor :P



Artık akıllandıııık .
Bu otobüsleri gördükçe Roma' da ki halimizi hatırlayıp gülüyoruz.



Ve saat sekiz buçuğu geçerken........


Shakespeare bizi uğurluyor Verona' dan





Aşkımızıda alıp yanımıza düştük Venezia yollarına......


******************************