29 Eylül 2009 Salı

beni kınaya bilirsiniz!




Hafta sonu iyi giden son son bahar havasını açık havada geçirerek mutlu olalım istedik.
Istanbulun çok uzaklarına gitmeden de insanın kendini iyi hissedebileceği yerleri keşfedebilmek güzel.
Buralara fazla trafikte kalmadan ve uzun uzun yollar gitmeden ulaşabilmek daha da güzel :)

Hayat ne güzel :D
(elhamdülillah)


Bu adamlar nereye bakıyor?
.

uzakta tek başına

A.Y. bizden ilk defa tek başına bu kadar uzakta :)

Her an ot, çöp, böcek yeme tehlikesi var ama elimizle yedirdiğimiz suni ve her çeşit katkılı hatta hangi ortamlarda yapıldığını bilmediğimiz yiyeceklerin yanında çocuk doğal bişeyler yemiş çok mu? :P


Kınaz
Kınazı o güne dek ne duymuştum ne de yemiş.
Duydum,
Yedim,
Sevdim,
Tarifini çıkarttım,
İşte sizede ilan ediyorum..........artık kendiniz yaparsınız. çok kolay. Öyle enteresan birşey değil ama lezzetli bence.
Malzemeler:
manda yoğurdu - ben normal yoğurtla denicem-
salatalık
badem
kuş üzümü
nane
pul biber
tuz
yoğurdu biraz sulandırıyoruz. hafif tuz ilave ediyoruz. içine salatalıkları iri iri (cacığa göre iri olacak) doğruyoruz. üzerine kuş üzümlerini ve bademi atıyoruz. en son nane ve pul biberle süslüyoruz.
Bu resmi çekmek bir kaç kaşık yedikten sonra aklıma geldi.

Beni kınaya bilirsiniz !!!!!!
Evet ben bu hayvanı -bıldırcın- yedim.
Üstelik çok eskiden bıldırcın yiyenleri duyduğumda yazık değil mi o kücücük kuşun etinden başka yiyecek kalmadı mı? yazık değil mi, o hayvanın ne kadarcık eti olur ki laflarını bizzat söylemiş biri olarak!!!!
(neymiş insan hayatta kınadığı başına gelmeden can vermezmiiiş)
Bu resmide yayınlamak hem istedim hem istemedim. Şöyle ki;
Öncelikle bu hayvanı yemek konusunda başta tereddüt ettim, ama geçen hafta yaptığım bıldırcın araştırmalarından edindiğim bilgiye göre bıldırcınlar artık tıpkı tavuklar gibi yumurtaları ve etleri yensin diye kümeste yetiştiriliyorlarmış. Yani bu amaçla üretiliyorlarmış. Öyle doğadan avlanıp önümüze getirilmiyor. Ve öğrendiğime göre çok faydalılarmış (ben faydası için değilde sadece meraktan yedim aslında)
İşte yazdığım bu yazıdan sonra daha merak ettim, napiim :(
Sonra tavukda bir kuş cinsi değil mi? Öyleyse aynı mantıkla onu da yememeliyiz diye kılıfta hazırladım kendime :)
Yayınlamak istemedim zira hem canınız çeker mi? ayıp olur mu? diye hemde beni cani olarak görürmüsünüz diye. (çünkü ben bir zamanlar yiyenleri öyle görmüştüm )
Sonrada yayınlamakta bir mahsur görmedim zira artık internetin her tarafı yiyecek, içecek resimleri ve tarifleri ile dolu ve yemek isteyen olursa fiyatı gayet makul diye.
Bu gördüğünüz bir posiyon ve fiyatı 10TL idi.
Tadı mı? Gayeeet ve gayet güzeldi.
.
.
*****************************************

28 Eylül 2009 Pazartesi

işkembe sevmeyenler bu yazıyı okumasın! (demedi demeyin)


İşkembe sever misiniz bilmem. Yoksa adını duyunca ığyyk diyen kibar tiplerden, ya da ööğğğğ diyen sahiden midesi kaldırmayanlardan mı? (devam etmeden siz ayrılın derim ama kendinizi böyle bir zevkten neden, niçin, nasıl mahrum ettiğinizi anlamıyoruuum.)

Valla kim ne derse desin (bak kolay kolay valla da demem ) ben bayı-lı-yo-ruuum.
Bazende şu an ki gibi kirizim tutuyor. İşkembe krizi !!!!!
Şu an var ya canımm nasıl çekiyor anlatamam. Şu güzelim Istanbul da da damağıma uygun pişiren bir yer yok :(
Benim damağım nasıl mı seviyor?
Baharat tadından etin tadı anlaşılmayanlardan olmayacak bir kere!
İstanbulda en meşhurlarından biri Şampiyon bildiğim kadarı ile, orda bile yok.
Şu resimde gördüğünüz kadar olsun yeter bana. Ama onuda nerde bulup yapıcaz.
Sac lazım bi kere. (Bizde yok)
Bu sacı bulsan pişirecek yer lazım. (Istanbulda o da zor ama halledilebilir. Mangal yapılan bir piknik yeri olabilir)
Pişirecek adam lazım ;) Bu işi de gördüğüm kadarı ile ben yapabilir miyim? yaparım herhalde.
Bu resim, bu yaz memlekette midelerimizi bu süper lezzetle buluşturmadan önce çekilmiş bir kare.
Olay şu ;

Son derece güvenilir temizlenmiş işkembe, kırkbayı, börkenek, bağırsak gibi hayvanın bilimum sindirim organları toplanır. Sac üzerinde biraz küçültülmüş parçalar halinde güzelce pişirilip tuz ve bol domates eşliğinde afiyetle yenir.
Tekrarının nasip olursa, kaç sene sonra yeneceği bilinemediği için sınırlar zorlanarak mide kapasitesi full doldurulur :P
Sindirmekten korkmayın insanın aklına aksi gelsede, midenin en kolay sindirdiği şeylerden biri de işkembe imiş. Nasıl oluyorda mide kendisini sindirmiyor öyleyse demeyin. Bu da mucizevi insan vücudunun sırlarından biri daha !
Bu tadı bana rahmetli ananem alıştırdı. (nur içinde yatsın)
Bunun dışında kelle paça ve çorba hallerinide çok severim.
Mumbar dolmasını duydum ama yiyemedim. Yersem onuda belki severim.
Ananemin sağlığında her kurbanda O nun evinde topanırdık. Biz aslında babaannemde geçirirdik bayramları. son gün uğrardık ananeme. O zamandan hazırlanırdı işkembe partisi için gerekli işkembeler.
Tüm kardeşler, kuzenler toplandık mı başlardı parti.
Teyzemle eniştem ilk evlendiklerinde eniştem ığğğy ben yemem deyip bahçenin uzak bir kenarına sandalyesini çekip oturmuş. Uzaktan olanları izlemiş. Sonra insanların tepkilerine ve ısrarlarına dayanamayıp bi tadına bakmış.
Bakış o bakış :))))))))))))))

Şimdi herkesden önce talep edenlerin başında geliyor :)

Sizde ığğğyyyyyk, ööğğğğğk diyenlerdenseniz böyle lezzetli yapanını bulup fikir değiştirmeniz işten bile değil haberiniz ola..... ıığğğğyk diyenler bu yazıyı okumasın demiştim ama ;)

Çok önemli not: bu konuda Istanbul için yapılacak mekan önerileri alabilirim.
.
.
********************************

25 Eylül 2009 Cuma

Niye ben? Neden benim başıma geldi?


"Niye ben?"

"Neden benim başıma geldi?"


Bir tek musibet anında seslendiririz bu yakıcı soruyu. "Niye ben?" Hep başkalarına olurdu böylesi şeyler.


Öyle olmasına öylesine alışmışızdır ki... Benim değil, "öteki"lerin başına gelir kaza. En fazla bir istatistik rakamı kadar önemsediğimiz uzak yabancılar eksilir hayattan.


"Ben" dediğimiz dokunulmazdır. "Ben" öyle sıradan değil(im)dir.
Olağan bir kaza haberinin o hep bildik "ölü sayısı" arasına sıkışmış sıradan bir rakam olamam "ben". Başkası da olabilmesi ihtimali altı milyar kez yüksek iken, niye "ben"im o "biri"?

"Başka bir sürü yerde olabilecekken niye ille de burada çıktı bu yangın?" "Başka milyonlarca insan varken, niye sadece beni seçti bu kurşun?" "Başka sayısız saatler, dakikalar dururken, nasıl oldu da bu ana denk geldi kaza?" "Başka bir dolu seferde olabilecekken, niye bu sefer oldu bu arıza?"


Tuhaf bir yalnızlık içinde buluyor kendini insan başına o "şey" geldiğinde. Etraftaki olağan sesler düşmanlaşıyor, yabancılaşıyor. Araba uğultusu, yağmur şıpırtısı, cep telefonu sesi dalga geçercesine yalayıp geçiyor seni.

Sen derin acılar içindeyken, hiçbir şey olmamış gibi yürüyen, kaygısızca konuşan, her günkü gibi koşturan insanlara gücenik bir edayla bakıyorsun: "Nasıl da rahat olabiliyorsunuz böyle? Aşk olsun!" Her şey ve herkes "başka"laşıyor o anda.

Yarın senin cenazen olacak, sen eksileceksin sıcacık yuvandan, yavruların "Baba!" dediğinde ömür boyu cevap alamayacak. Ama büyütmeye gerek yok! Sen sadece bir "başkası" dahasın başkalarının gözünde. Bir "başkası"nın daha cenazesini göz ucuyla seyredecek başkaları.

Sen uykusuz bir gecenin koynunda, bir yaprak gibi titrerken, başkalarına göre bir "başkası" olan sen sıradan acılardan bir acı yaşıyor olacaksın. Uyuyacak milyonlarcası. Sen ve yakınların gazetelerin üçüncü sayfasında kanlı bir habere konu olmuşken, başkaları katlayıp bir kenara bırakacaklar senin haberini.

Başkalarının es geçtiği kadar lüzumsuz bir yer mi işgal ediyorsun ki yeryüzünde? Başkalarının hiç üzülmeyeceği kadar, hiç eksikliğini hissetmeyeceği kadar yersiz bir yerin mi vardı âlemde?

Bak işte, ölen "ben" de olsa, "ölenle ölünmüyor"muş. Hayat devam ediyor "ben"siz. Olmasan da oluyormuş meğer. Ne kadar dayanılmaz bir acı! Ne kadar ağır bir hakaret! "Olsa da bir olmasa da bir"mişim meğer. Ne kadar da aşağılandığını düşünüyor insan! ..

Aslında o aşağılanmaya verdiğimiz tepkidir o soru:

"Neden başkası değil de ben?"

Daha açıkçası: "Niye ben seçildim?" "Ne isteniyor benden?" "Hak etmedim ben bu 'ceza'yı!"

Hadi itiraf edelim:

Kadere hesap soruyoruz. Yazgının iki yakasından çekiştiriyoruz. Hadi bir itiraf daha: Asıl derdimiz "kader"i takdir edenledir. Yani Yaradan'la karşı karşıya gelir aklımız. "Ben"i Vareden'e keseriz faturayı. Kafa tutarız. Dokunulmazlığımızın ihlaline isyan ederiz.

"Ne istedin benden?" "Benim ne suçum vardı ki?"

Ne garip! Olumsuzlukların hesabı kaderden sorulur.

"Ben" kendi ellerimle suç işlerim, hapse düşerim ama "kader mahkûmu" oluveririm. Ayağım kayar, günaha bulaşırım ama "n'edersin kaderime yazılmış" deyiverir, sıyrılırım.

Şampiyonluğunu, birinciliğini, galibiyetini kadere "mahkûm" eden pek çıkmaz. Sevaplarını, iyiliklerini, biriktirdiklerini, başarılarını "kader"in hesabına yazdıran olmaz.


İyiliklerimiz kadere rağmendir sanki. Başarı, yazgıya başkaldırıdır. Başarılıysam "Niye ben?" sorusunu sormama gerek yok. Birinci olduysam, "Niye benim başıma geldi?" diye sızlanmak yok. "Başkaları"nın kazalarını hayatta kalmış biri olarak seyrediyorken, "Niye ben hayatta kaldım?" diye hesap sormak yok.Değil mi?

Farkında değilim ama... Ben bana "ben" diyebiliyorsam, ne anlaşılmaz bir ayrıcalık içimdeyim! "Ben"i bir "başkası" da olabilecekken "ben" diye seçip Vareden'e hiç minnet duygum olmayacak mı?

Pekâlâ başkaları içinde sıradan biri olabilirdim. Pekâlâ başkalarının "başkası" diye bile bilmediği, hiç hatırlanmayan, hatırlanmaya bile değmeyen bir "yok" olabilirdim. "Yok" olduğunun bile farkında olunmayan bir "şey"dir "yok"luk... Ben "ben" olmasaydım, niye ben olamadım diye hesap sorabilir miydim? "Ben" olmayışıma yanabilir miydim?

Ama hayret! "Ben" varım, var edilmişim.

Varlığım yokluğuma "ben"den habersiz tercih edilmiş. Kimseler hatırımı saymazken, beni aramazken, eksikliğimi dert edinmezken, varlık sahasına çıkarılmışım, hatırım sayılmış, el üstünde tutulmuşum. Ben bile "ben" olmayı hesap edemezken, "ben" diyebileceğim bir insan olarak var edilmişim.


Hiç beklemediğim, hiç ummadığım bir iyilikti bu! Aynada yüzüme bakıyorum, kimsenin yüzüne benzemiyor.

Meğer "biricik"mişim ben. "Bitane"ymişim beni "ben" olarak seçenin nazarında.

Nasıl oluyor da, ben bana "ben" diyebiliyorum? Ya, ben bana "ben" diyemeyenlerden olsaydım? "Sen" diye hitap edilmeyi hak etmemiş olsaydım? Öyle olsaydı, hiç aşağılanmış hissedecek miydim? Kadere hesap sorabilecek yetkide görebilecek miydim kendimi?

"Niye ben?" diye kaybettiğimin hesabını sorabiliyorsam, hiç hesapsız kazandığım "ben" sayesinde sorabiliyorum... Ne garip? Hiç yoktan kazandığım "ben"imle kazanamadıklarımın da hakkım olduğunu düşünmeye başlamışım.

Tuhaflığa bakın ki, borç aldığım "ben"imle kendimi alacaklı sayıyorum.Asıl sürprizi görmüyorum: "Ben" bana sürprizim. Hiç ummamıştım "ben" diye/bilineceğimi... Hiç beklemiyordum "ben" diyebilenler arasına seçileceğimi...

Ben beni "ben" bilmeseydim, ben "ben" olamayışıma ağlayabilecek miydim?

Ben şimdi burada soruyorum kendime:"Niye ben?"


SENAİ DEMİRCİ

.

.

*****************************

24 Eylül 2009 Perşembe

bıldırcın yumurtası


A.Y. 16. ayını bitirdi. Geçenlerde bıldırcın yumurtası aldık. Aynen normal yumurta gibi kaynatarak kahvaltıda yedirdik. Sonradan aklıma daha farklı bir yöntemle yedirilebilir mi ? diye bir soru geldi ve netten biraz araştırdım karşıma hep aynı haber çıktı diyebilirim.
Faydası zaten tartışılmaz. Çoğu yerde bir bardağa çiğken kırılıp bir kaşık balla karıştırılıp üzeri sütle tamamlanarak içilmesinin astım, bronşit ve bilhassa öksürüğe iyi geleceği yazılıydı. Ama çiğ hali içinde olası mikroplar açısından bana pek güven verici ve uygulanabilir gelmedi açıkcası.
Ve sonrada beyazının çiğ tüketilmesinin vücuttaki B vitaminini etkisizleştirdiğini okudum.
Şu an rafadan halde kahvaltıda yedirmeye devam etmeyi düşünüyorum.
Çoğu kişi kaçıncı aydan itibaren verilmeli diye sormuş fakat sorular hep cevapsız kalmış. Tabiki normal yumurtaya başlama ayından önce buda olmaz ama sonrası ?

Dediğim gibi biz 16. ayda başladık. Şu ana kadar alerji yapmadı. Temkinli olarak bu şekilde devam edeceğim.
Bilgilenelim:
****************************************
Bıldırcın yumurtasının faydaları ve yenilme şekli:


Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Bahtiyarca, hayvansal proteinlerin, verdikleri yüksek enerjinin yanı sıra çocuklardaki bedensel gelişimin sağlıklı olarak gerçekleşmesine yardımcı olduğunu belirtti.


Hayvansal kaynaklı proteinlerin başında kanatlı kümes hayvanlarının yumurtalarının geldiğini ifade eden Bahtiyarca, bu yumurtaların da ait olduğu hayvanın genetik yapıları nedeniyle çeşitlilik gösterdiğini anlattı.


Bıldırcın yumurtasının içeriğindeki besleyici maddelerin yoğunluğu nedeniyle yaygın olarak tüketilen tavuk yumurtasından farklı olduğunu belirten Bahtiyarca, şunları kaydetti:
“Diğer yumurtalardan daha fazla, proteinlerin yapı taşı olan aminoasit içeren bıldırcın yumurtası, özellikle çocukların bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Bağışıklık sisteminin güçlenmesi ise enerjisini daha çok fiziksel büyümeye harcayan çocuklarda, hastalığa neden olan mikropların etkisini azaltmaktadır. Grip, bronşit gibi üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren çocukların, bıldırcın yumurtası yedikten sonra hastalıklardan çok daha kısa sürede kurtulduğu gözlenmektedir. Bıldırcın yumurtasının bu hastalıklara iyi gelmesiyle ilgili, bilimsel kitaplara girmiş deneysel bir veri olmamasına karşın, bize, (çocuğuma bıldırcın yumurtası yedirebilir miyim?) diye soran kişilere, bıldırcın yumurtasını tavsiye ediyoruz.
Sonuçta, bıldırcın yumurtası, çocukların bedensel ve zihinsel gelişimine yardımcı olan bir protein deposudur.”
PROTEİN AÇIĞINA KARŞI BILDIRCIN YUMURTASI
Ülkemizde hayvansal protein tüketiminin gelişmiş ülkelere göre düşük seviyede kaldığını vurgulayan Bahtiyarca, bu açığın kapatılmasında, son yıllarda eskiye oranla daha rahat bulunabilen bıldırcın yumurtasının etkili olabileceğini söyledi.
Bahtiyarca, bıldırcın yumurtasının çocuklar tarafından en doğru tüketilme biçiminin, rafadan yenmesi olduğunu belirterek, “Çünkü yumurtanın rafadan olması, vücudun proteinleri en kolay ve etkili şekilde almasını sağlar. Bıldırcın yumurtasının sarısı pişirilmeden de çocuklara içirilebilir.
Ancak, özel bir protein içeren yumurta akı, vücuttaki B vitaminlerini etkisizleştirme olasılığına karşı, çiğ olarak verilmemelidir” diye konuştu.



Kaynak: ntvmsnbc. com
************************************
.
.
*****************************

23 Eylül 2009 Çarşamba

bayram bayram olalı görmedi böyle tatlı :P



Bir bayramı daha bayram gibi geçirdik.

Bayram gibi bir bayramı gelmeli- gitmeli; yaşımızı göz önüne aldığımızda bol gitmeli, bol tatlılı- yemeli içmeli; alacağımız kiloları göz önüne aldığımızda bol tatlıları bol tatmamalı, bol bol tebrikleşmeli, bol neşeli, bol sevinçli ve bol A.Y. ye ile oynamalı, yazmalı, çizmeli, gezmeli ama yinede pamuk şekerine doyamamalı bir bayram geçirdik. Allah a şükürler olsun.



Fotoğraf makinemizin uzun süredir azizliği üzerinde. Kesinlikle aynı dili konuşmuyoruz. Ben bu konuda epey çaba sarfettim ama onda hala tıık yok. Bu konuda çok sinirim bozuk.

Bir fırsatta aldığım yere gidip okutucam. Makinem aman aman birşey değil ama benim işimi fazlasıyla görüyor - du. Ne de olsa profesyonel çekim yapmıyorum. Çektiklerim bana hatıra kalsın yeter. Gün olur heves eder, ciddiye alırsam o zaman daha iyisini düşünürüm şuan elimdeki casio ........ modeli neydi ya, bak onu bile harırlayamadım şimdi.


Dur bakiim. Casio Exilim - Z20 imiş.

Neyse işte arada çekmeyesi tutuyor. Ne hikmetse! Benide krize sokuyor.

Zaten A.Y. den pozları zor yakalıyorum. Makineyi elimde görür görmez makineye doğru saldırıya geçiyor. Eline alıp kendi görüntülerine bakmaya bayılıyor. Hele de videosunu açmayı başarırsa kendini şaşkınlıkla izleyip bize gösteriyor.


Yukarıdaki makineyi ele geçirmesine ramak kala çekilmiş bir foto.

Geleliiim bayram tatlılarıınaaaa ;)




Eveet yukarıda yapım aşamasını görmüş olduğunuz ve tüm yapımı bu resimdeki kadar diyebileceğimiz basitlikte amaaaa tadı bir sonraki bayrama kadar damağınızda kalacak süper leziz ve aynı süpelikte kolay olan kuru baklava.

(Vay be ne tanıtım oldu. yok yok ben işi bırakıp reklam işlerine yada ticarete atılmalıyım. bu konuyuda bilahere ele alayım.)

Gerçekten ağızda dağılan bir tatlı ve insanı hiç kesmiyor denecek hafiflikte. Yiyen herkesin takdirini kazandık :D


Bu tarifi yeni tanıdığım ve tanıdığıma çook memnun olduğum işte bu Yemek Zevki sitesinin sahibesi Melda hn. dan öğrendim. buradan kendisine teşekkürlerimi yineliyorum.

Gelelim o süper basit tarifine. (ilgili sitede var olsada bu kadar bahisten sonra bende anlatayım)

Malzemeler:
3 yaprak baklavalık yufka,
4 kaşık eritilmiş tereyağı,
3 kaşık tahin,
3 kaşık dövülmüş ceviz içi,
3 kaşık şeker,



Hazırlanışı:
Yufkaların her katının arasına 1 kaşık tereyağı sürülür.
3.katına tereyağından sonra sırası ile 3 kaşık tahin sürülür, 3 kaşık ceviz ekilir, ve 3 kaşık şeker ekilir.

yufka kenarından çok sıkı olmayacak şekilde rulo yapılır ve üzeri tereyağ ile yağlanıdıktan sonra verevine (baklava dilimi şeklinde) kesilerek yağlı kağıt yerleştirilmiş tepsiye dizilir.

160 derecelik fırında üzeri kızarana kadar pişirildikten sonra afiyetle parmaklarla birlikte yenir :)


kalan olursa misafirlerede ikram edilir :P

Tarifinde piştikten sonra üzerine pudra şekeri ekilir diyordu ama ben daha baklavamsı olsun diye ve tadı açısından buna gerek olmadığının düşünerek ekmedim.

Bu şekilde 1 ruladan hemen hemen 10-11 tane çıkıyor.4 rula 1 büyük bir fırın tepsisini doldurdu.


Arefe akşamı ilk tepsi pişti. Tadına bakınca hemen 2. tepsiye giriştim. Tepsinin biri bayram sabahı babanemize gitti ve afiyetle yendi. Sonrasında da gezmeler, şekerler, börekler filan derken bir bayram daha mutlu sonla bittiiiii.


.

.

*****************************

16 Eylül 2009 Çarşamba

Ah Fransız tüccar ah..... Ne kadar şanslıymışsın.




İstanbul’da yaşanan sel felakatindeki yağma görüntüleri 200 yıl öncesinin İstanbul’unda yaşanan ve kitaplara akseden bir tabloyu canlandırdı gözümün önünde. Ülkemizin şu an içinde bulunduğu halden bu nedenle utandım. Nerden nereye dedim.



1800’lü yılların başı...
O tarihlerde İstanbul’un Karaköy semti İstanbul’un en önemli ticaret merkezidir. Osmanlı Devleti’nin sadece Anadolu’ya açılan ticari kapısı değil, aynı zamanda ithalat ve ihracatın da merkezidir. Karaköy o yıllarda yerli yabancı çok sayıda insan kaynamaktadır.



O tarihlerde henüz tren ulaşımı devreye girmediğinden, İstanbul’a gelen yabancı tüccarların kullandığı en önemli ulaşım aracı gemilerdir. Avrupa’dan gemilerle gelen yabancı tüccarlar ve seyyahlar Karaköy limanına ayak basarak İstanbul’a giriş yapmaktadırlar.



Haliyle o tarihlerde kağıt para, çek vb. mübadele araçları henüz kullanılmaya başlanmadığından, tüm alışverişler altın ve gümüş paralar üzerinden yapılmaktadır.



Fransa’dan gelen bir gemiden inen ve Karaköy rıhtımına adımını atan bir Fransız tüccar, hem İstanbul’a ilk ayak basmanın şaşkınlığı, hem de kalabalığın itiş kakış etkisi ile üzerinde taşıdığı altın kesesini yere düşürür.



Yere saçılan altınlar kalabalığın arasında ayaklar altında sağa sola yayılır gider. Fransız tüccar altınlardan bazılarının denize yuvarlandığını da görür. Olaya şahit olan kalabalıkların hemen altınlara saldırması, hatta denize yuvarlanan altınların peşinden suya atlayanlar olduğunu da görünce, “bittim ben” diye düşünür. Fransız tüccar panikten saçını başını yolmaya başlar.
Yukarıda da anlattığımız gibi bankaların olmadığı, ‘ben paramı kaybettim, bana şu kadar havale edin’ demenin mümkün olmadığı o dönemde yabancı bir ülkede beraberinde getirdiği altınları kaybetmek demek, herşeyini yitirmek anlamına gelmektedir. Fransız tüccarı perişan eden durum da yabancı bir ülkede içine düştüğü bu çaresizliktir.



Çöküp kaldığı yerde başını ellerinin arasına almış kara kara düşünürken, insanların kendisine doğru geldiğini fark eder.
Her gelen önüne altın koyar. Önüne altın koyanlar arasında, üstü başı su içinde gençler de vardır. Fransız tüccar fark eder ki, altın kesesini düşürdüğünde altınlara doğru hamle yapan, hatta denize düşen altınların peşinden suya atlayan insanlar, kendi altınlarını toparlayabilmek için mücadele veren insanlardır. Nitekim kalabalık dağıldığında ve altınlarını saydığında hiç eksik olmadığını fark eder.



Bu nesli kim yetiştirdi?



Çarşamba günü İstanbul’da yaşanan sel felaketinin hemen ardından bazı insanların yağma amacıyla afet bölgesinde cirit atması, üstelik bu rezaleti kameralar önünde pervasızca icra etmeleri birçok vatandaşın kanını dondurdu.



Bazı vatandaşlarımız su ortasında can derdi ile boğuşurken, kendi canını riske etme pahasına suya atlayıp mal kapmak isteyenlerin hali vicdan sahibi insanları şoke etti.
Spor camiasının yakından tanıdığı ve sevdiği işadamı Abdurrahim Albayrak’ın şirket binası da, sel felaketinin en dehşetli yaşandığı yerin tam ortasında kaldı. O gün olan bitenleri dehşet içinde anlatan Abdurrahim Albayrak, afetin olduğu günün gecesinde sahur vakti şirketten dışarıya çıktığında, altında pahalı araba, yan koltukta modern giyimli genç bayanın da bulunduğu bir ailenin de yağma için ortada cirit attığını görünce gözlerine inanamadığını söyledi. Hali vakti yerinde olduğu anlaşılan kişilerin bile yağmacı birer çapulcu haline gelmesi herkesi şaşırttı.
O kadar ki, çeşitli vilayetlerden yağma amacıyla araç tutup gelenler olduğu anlaşıldı. İstanbul'da felakete neden olan selde yaşanan ölüm ve yağma olaylarıyla ilgili Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmış.



Şimdi sormak lazım. Bu insanlar hangi iklimde, hangi şartlar altında, ne tür telkin ve öğretilerle yetişti, yetiştirildi. İçinde yaşadıkları çevrelerde ve aile ortamlarında günlük sohbet konuları nelerdi? Bu yağma duygusunu tetikleyen saikler neler oldu, nerden kaynaklandı?
Atatürk’ün, “Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” şeklinde güzel bir sözü var. Şu an gelinen noktayı sadece öğretmenlere yıkmak işin kolayına kaçmak olur. Kimse suçu başkasında aramasın. Herkes suçlu...



Öğretmenleri yetiştiren öğretmenler, şu an yaşayan neslin aileleri, ikliminde nefes aldıkları akraba ve toplumsal çevreleri, izledikleri programlar, okudukları kitapların muhteviyatı, en çok izlenen filmler, programlar, bakın bakalım her birinde verilen mesajlara... Ne öğretiyorlar, neyi telkin ediyorlar?



Siyasete ilgi duyanların birçoğu neyi yağmalamaya talip oluyorlar? Üçbeş kuruş maaşı olan kamu görevlerine insanlar gerçekten neden iştiyakla saldırıyorlar?
Osmanlı Devleti, yukarıda verilen örnekteki ruhu yitirdiği için yıkıldı. Diğer nedenler çok tali faktörler. İşin özü budur.



Ah Fransız tüccar ah... Ne kadar şanslıymışsın.
200 yıl öncesinin İstanbul’unda değil de önceki günkü İstanbul’da yaşananlara şahit olsaydın, kendi derdini unutur bu milletin haline yanardın.



Ama düzelecek... Az sabır... Bu da bir imtihan.
Ali Kırca dün akşam Siyaset Meydanı’nda çok uğraştı ama, 200 aracını sele kaptıran Abdurrahim Albayrak’a “nerde bu devlet?” dedirtemedi.
Asıl soru, “nerde bu millet” meselesidir.



Bu toplum şu haliyle şu an ki idarecileri bile hak etmiyor. Bu ülkenin devleti şu haliyle bile şu anki milletten daha iyidir. Çünkü süt nasılsa kaymağı öyledir.



Ne diyor ayette; “Şüphesiz ki, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 11)



Dönüşüm alttan yukarıya doğru olursa sağlıklı olacaktır.
Yani önce bizden...


Prof. Dr. Osman ÖZSOY
.
.
*******************************

15 Eylül 2009 Salı

"Bin aydan hayırlı gece" nasıl olurmuş?



Kutsal gecelerin en başında Kadir Gecesi'nin geldiğinde şüphe yoktur. Nitekim Hazreti Kur'an'ın ifadesiyle, "Kadir Gecesi, bin aydan hayırlı bir gecedir!

Ancak kendi zatında bin aydan hayırlı olan bu geceyi, biz kendi hakkımızda nasıl bin aydan hayırlı hale getirebiliriz?

Şayet bu gecede geleceğimize ait daha temiz İslami hayat yaşama niyetine girmez de sadece geceye mahsus ibadetlerle kalırsak, geceden sonra eski günah ve hatalar yine sürüp gider. Geleceğe ait kalıcı bir şey kazanmamış oluruz bin aydan hayırlı bir geceden sonra da. Nitekim öyle de olmaktadır yaşanan umumi hayatta..



Bu sebeple, Kadir Gecesi'nde günahları azaltma, sevapları da çoğaltma kararı alarak nefsimize demeliyiz ki:
-Hayatımın bundan sonraki kısmında şimdiye kadar getirdiğim kötü alışkanlıklarımı birer ikişer terk edecek, iyi alışkanlıklarımı da birer ikişer artırarak daha temiz bir İslami hayat yaşama azim ve aşkında olacağım!.



İşte Kadir Gecesi'nde aldığımız bu, daha günahsız bir İslami hayat yaşama kararıyla gecemizi kendimiz hakkında bin aydan hayırlı hale getirmiş oluruz. Çünkü bu kararla bin ay da yaşasak daha günahsız bir hayat yaşayacaktık.

Hadis-i şerifte, müminin niyeti amelinden hayırlıdır, buyrularak, niyetini düzelten mümin, böyle bir ikrama layık görülüyor. Yeter ki, daha temiz bir İslami hayat yaşama niyetine girme kararı alalım Kadir Gecesi'nde..



-Var mısınız günahları terk edip sevapları devam ettirme kararı alarak Kadir Gecesi'ni kendi hakkımızda bin aydan hayırlı hale getirme azim ve niyetine? Unutmayın, böyle bir niyetten sonra tek ay dahi yaşasak, bin ay yaşamış gibi ikram görebiliriz Rabb'imizin yanında. Çünkü bin ayda yaşasak tertemiz bir İslami hayat yaşayacaktık Kadir Gecesi'nde aldığımız bu karar sebebiyle.
Kaynak : Ahmed Şahin
resim: Pakistan da ki bir minare

11 Eylül 2009 Cuma

üzücü günler


İstanbul sel felaketiyle mücadelede.


Evet 09.11.2009 sabah saat 06:00 dolaylarında İst. Halkalı, İkitelli, Başakşehir gözünü selle açtı. Zaten önceki gün Tekirdağ ilçelerindeki seli dymuş üzülmüştük, ama bir gün kadar kısa bir süre sonra ve daha beterini Istanbulda göreceğimizi kim umardı ki :(


Allah vefat edenlere rahmet eylesin, kalanlara sabırlar versin ve beterinden korusun. İnşallah bu olaydan maddi - manevi dersler çıkartabiliriz.


İki gündür işe gelemedim.


Salı akşam A.Y. yi Dr. götürdük. Boğaz enfeksiyonu başlamış dedi. Daha önce idrar yolu enfkeksiyon vakamız olduğu için idrar tahlili yaptırdı. Çok şükür temiz çıktı. Ateş düşürücümüzün yanına antibiyotik ve öksürük şurupları da eklendi.


Gece iki kez ateşlendi. Bu bahsettiğim ateş 39 derecenin üzerinde ki ateş. Daha düşüğü zaman zaman tüm bebeklerdeki gibi bizde de oluyor. Ama kimisinde dişten, kimisinde hafif üşütmeden olduğu için bahse ve telaşa gerek duymuyorduk.

Çarşamba sabahı uyandığımızda yine 39.8 derece ateşi okuyunca işe gitmedim. Dışarıda şiddetli yağmur devam ediyordu. Gece zaten A.Y. ile ilgilenmekten uyuyamamıştık. Uyumak istesekde o şiddetli gök gürültüsünden bilmem uyuyabilecekmiydik. Hayatımda ilk kez bu kadar şiddetli gök gürültüsü duydum ve bu kadar şiddetli bir yağmur gördüm. Ama bizim camdan bakılınca sokaklardan sular akıp gidiyordu. Kim bilebilirdi, o akan sular sel olacak !


Neyse iş yerine tel. açtım A.Y. hasta ben gelemicem diye, karşıdan aldığım cevapla sarsıldım:
- hasta olmasa gelebilecek miydin ki ?

- !!!!!!!! nasıl yani ?

Tabi biz A.Y. ve ateşi ile uğraşırken hiç birşeyden haberimiz olmamış.

Zaten sabah sabah TV filan açmıyorum ki bu halde hiç aklıma gelmez, dolayısı ile hiç bir şey duymadım. Meğerse yoları sel almış, her yer viraneye dönmüş. Haliyle servis mervis yok ortada. Allah korumuş. Hadi saat 8 lerde olsaydı bu olay! Aman Allah ım sen ne büyüksün. O zaman ki can pazarını düşünemiyorum.Çünkü o saatlerde o yollar tıklım tıklım araba dolu oluyordu. Hatta trafik sıkışık oluyordu.


Neyse işte sonra tv yi açtım ne oldu tam izleyemeden elektrikler kesildi. Yani akşama kadar olayın boyutlarından bi haberdim. Gelen telefonlarla büyük çaplı birşeyler olduğunun anladım.

O günü ve akşamı ve ertesi günü ateşli geçirdik. Şurubu verince düşüyordu. Ancak iki saat sonra tekrar çıkıyordu. Yavrum üç gündür evde neredeyse çıplak gezdi :(

Çarşamba gün 4 kez duş aldırmak zorunda kaldık. Dr.a telefon açtım. Şurubu 4 saatt bir verebilirsiniz dedi. Artık eskisi gibi ıslak bez filanda koydurmuyor vücuduna. Ateşini düşürmek için baya uğraştık anlayacağınız.


***************************


Bilgilenelim :

Bebeğinizin ateşinin yükselmesi durumunda yapmanız gerekenler;

Normal oda ısısı (aşağı yukarı 24*C) sağlandıktan sonra bebek tamamen soyulur.
  • Başına değil, kasıkları ve koltuk altına; soğuk değil, ılık ıslak bez uygulanır.

  • Bebek ateşten dolayı nem kaybetmiştir. Bol su içirin. Bunu meyve suyu, çay, süt, vs. gibi sıvı gıdalarla da yapabilirsiniz.

  • Bir ölçek ateş düşürücü (etken maddesi: parasetamol olan; örneğin: peditus, calpol, termacet… ) verilir.

  • Bundan sonra soğuk değil, ılık bir duş aldırabilirsiniz. Bu da nemi dengeleyecektir.

  • 30-45 dakika geçtiği halde ateş hala düşmediyse günde 1 defaya mahsus olmak üzere "1 kere 1 fitil" (örneğin: paranox) uygulamak gerekir. Fitil uygulaması bebeğinizin havale geçirme riski düşürecektir.

  • Ateş enfeksiyon kaynaklıysa antibiyotik tedavisine başlanacaktır. En az 5 gün sürecektir! Antibiyotik tedavisini yarıda bırakmanız, mikrobun ilaca direnç göstermesini sağlar ki, bu da sizin bir daha aynı mikropla karşılaştığınızda tedavinizi zorlaştırır… Çocuğunuzun tüm rahatsızlığı bir kaç günde geçmiş olsa bile antibyotiği en az beş gün kullanmalısınız!

    Kaynak : Dr. Fatih Hakan ÇAM

    Ayrıca benim hatırladığım bir not daha yüksek ateşi düşürmek için vücudun alkol v.b. alkollü sıvılarla silinmemesi gerektiği. Alkol önce çok hızlı soğumasına daha sonra ise hızla ateşinin tekrar artmasına yol açabiliyor. Acaba sirkeli suda böyle bir etki yapar mı? Tedbiren ondanda uzak durmaka fayda var galiba.

    Birde unutmadan kesinlikle aspirin verilmemeli.


    *******************************

    Şimdi minik sincabım Allah a hamd olsun daha iyi.

    Allah' ım tüm bebekler iyi olsun lütfeeen.

    Tüm bebeklere Şafi isminle şifalar ver.

    Allah' ım şu mübarek günler hürmetine bizleri tüm felaketlerden muhafaza eyle, felakete maruz kalanlara yardımlar ihsan eyle.

    .

    .

    *******************************

    8 Eylül 2009 Salı

    yanında yokken annelik :(

    Bir kaç gündür A.Y. nin hafif burun akıntısı ve ara ara çıkan hafif ateşi vardı :(
    Evdeki ilaçları ile geçirmeye çaılşıyorduk. Dünü gayet güzel geçirmişti aslında. İştahsızlığını saymazsak tabi.
    Yinede tedbiren soğuk algınlığı ve ateş şurubuna devam ettiriyordum.
    Biraz önce telefon geldi. Baktım bakıcımız.
    Zaten işteyken O'ndan gelen her telefonda yüreğim yerinden fırlayacak zannediyorum. Elimde değil napayım :(
    A.Y. yi sabah bırakırken de hafif ateşi vardı. ilaçlarının verirsin demiştim. Şurubunu içince hafif kusmuş verdiği şurubu çıkartmış. bir süre sonrada A.Y. nin ateşi çıkmış. Bunun üzerine fitil vermiş. Ateşi düşürmüş.
    Öğleden sonra yemeklerinden ve meyvesinden azar azar -tadımlık- yemiş. Şuruplarını içmiş. Ateşi tekrar çıkmış.
    İşte bu aşamada beni haberdar etti. Şurubun etkisini göstermesini bekleyelim, düşmezse fitil verirsin dedim. Tedbiren kol ve bacak eklem yerlerine sirkeli bez koymuş.
    Yaklaşık yarım saat kırkbeş dakika sonra tekrar aradı. Ateşi düştü şimdi uyuyor diye.
    Çok şükür.

    (Dr.umuzun söylediğine göre ıslak bez ateş 39 derecenin üzerinde ise uygulanmalı.
    Fitil ise düşmeyen ısrarlı ve/veya çok yüksek ateşli ise ateşi hızlıca düşürmek için kullanılmalı.
    Bu konuda bilgilenelim yazısı yamak istiyorum aslında ama şu an çıkam lazım, servise yetişmem için.)
    Gidince Dr.a götüreceğiz inşallah.
    Dua ediyorum İdrar yolu enf. tekrarı olmasın diye çünkü son günlerde ,zaman zaman ishal şeklinde olan kaka yapıyor. bunun için Dr. a götürdüm aslında ama yinede ...................
    .
    .
    .
    *********************************

    4 Eylül 2009 Cuma

    Hayatındaki İlklerden bir demet.


    TARİH : 08. 02. 2009
    İlk market arabasına binişi {şansa bak! markette ki arabaların önünde çocuk oturma yeri yoook. neyse ki A.Y. tutunarak ayakta durabiliyor :) }










    TARİH : 12.03.2009
    Dışarıda destekli ilk yürüyüş :)







    TARİH : 14. 02. 2009
    Kendi kendine kaşıkla ilk yemek yiyiş :)








    TARİH : 27.07.2009
    İlk berbere gidiş ve





    İlk saçlarnın kesilişiiiiii :((((
    İlk saçlar.








    TARİH : 03. 08. 2009
    Dışarda ilk adım :)




    TARİH : 08.08.209
    İlk deniz yolculuğu. (İst - Yalova feribotu ) :)



    TARİH : 08.08.2009
    İlk uzun araba yolculuğu. (12 saat İst.-Burdur arası)
    .
    .
    .
    A.Y. ile hayatı tanımaya devam ediyoruuuuz.
    Yaşanmış ve yaşanacak(inşallah) ilkleri için bekleyin bizi : P
    .
    .
    .
    *************************