28 Ağustos 2009 Cuma

bir zamanlar benim balkondan bahçem vardı.....

Yaklaşık bundan iki yıl önce balkonda sebze yetiştirme sevdası başladı bende.

Resimlerdeki tarihe bakmayın, yanlış ayarlıymış. Zaten 10. ayda bu işe başlanmaz ve laleler sümbüller açmaz değil mi :) her neyse....
Bauhousea gidip fide tohumu almak oldu ilk işimiz. Domates, salatalık, maydanoz, nane tohumları aldık. Biberde istedim ama acı biber vardı, almadık.
Tohumdan çimlendirmek zordur dediler, ben zoru severim dedim :PPP
Oradaki güzelim çiçekleri görünce ev içinde çiçek yetiştirmeyi pekte sevmeyen ben balkon için güzel olabilir diyerek-miis kokularınında tesiri ile- nergis ve sümbül seçtim. CanÖz.ümde küçücük bir sürü turuncu çiçekle kaplı bir arap saçı (saksıların arasında küçük saksıda duran) ve birde bitki çaylarına düşkün olduğu için biberiye seçti.

Bu resimde arap saçının çiçekleri hiç belli değil. Çünkü ben eve eldikten sonra bu zavallı arapsaçının içinde durduğu mini minnacık saksının ona yetmeyeceği endişesi ile bu zavallının saksısını değiştirmeye kalktım ve değiştirdim :(
Sonrada zavallı bitki gün geçtikçe sararmaya başladı, önce parlak turuncu top top olan çiçekleri soldu ve buruştu sonrada minicik yaprakları :(
gerisini söylememe gerek yok galiba :((((
Ben böyle olsun istememmiştim elbette. Öz. çok üzüldü. Banada birazcık sitem etti. Bir tanecik çiçeğimi öldürdün diye.
Ayyy hatırlayınca tekrar üzüldüm bak :( Ama ben......................................
Sonra orada gördüğümüz asma va böğürtlen fidelerinede dayanamadık ve onlarıda aldık :)
Evde önceden var olan lale soğanlarınıda diktik. Lalelerin bir tanesi farklı bir cins çıktı ve lale açmadı. (en sağda olan)



Tohumları çimlendirmek için tek göze tek tohumluk küçük çimlendirme saksıları var. Ama ben sonrada daha kullanışlı olacağını düşünerek büyük bahçe saksıları için yapılmış saksı altlıklarından aldım.
Ve birkaç torbada toprak tabi ki.
Tohumlar sürgün verene kadar evin içersinde beklettik.
Yukarıdaki resimde salatalık fidelerimizi görüyorsunuz.




Burada da domates fideleri. Boş görünen kısımda da maydanozlar var.



Tohumlarımımz gayet başarılı bir şekilde yeşerdi. Helede bu işi hiç bilmeyen ve görmemiş iki kişi için gayat iyiydi.
İçlerinden sadece salatalıkları büyütemedik. Malesef hiç biri tutmadı. bunların yanına saonradan çilekte ekledik :)


İşte şu anda Öz.ün dayısının şiledeki bahçesinde meyve vermeye devam eden asmamız ve böğürtlenimiz.
Bizdeyken asmadan bir küçük salkım üzüm yedik ve iki üç avuç dolusu böğürtlen :))
Asmanın yapraklarındanda çok güzel sarma oluyormuş bu arada :)
Yani anlayacağınız o yaz küçüçük balkonumuz kocaa bir bahçeye dönüşmüştü.
Neler neler yedik oradan. Domates, maydanoz, nane, çilek, üzüm, böğürtlen.
Tabi tadımlık :)
Ama inanın marketten aldığımız kilolarca sebze-meyveye değerdi.

İnsanın kendi emeği ile olan böyle oluyor demek ki :)
Malesef şimdi ki evimin balkonu kapalı ve A.Y. olduktan sonra hiç cesaret edemedim tekrar uğraşmaya. Acaba kapalı balkonda kışın bile domates yetiştirilebilir mi? Batıya bakıyor. Kışın içi sera gibi olabilir belkide :))))
.
.
*******************************

27 Ağustos 2009 Perşembe

Nihayet göbeğimizi gömdük.



A.Y. nin göbeği on gün sonra vedalaştı minik bedeniyle.
Tam onuncu gün düştü göbeği.
On gün boyunca alkolle hastanede tarif edilen şekilde bakımını yaptık.
Onuncu gün öğle vakti altını değiştirmek üzere bezini açtığımda, göbeği ayrı bir parça olarak duruyordu.
Refleks olarak seslendim içeriye;
"koşun koşun göbeği düşmüş" :)
Herkes toplandı başımıza. Babası, babaennesi, büyükananesi (benim iki teyzemden büyük olanı), dedesi.
Bir alkış koptu önce, ardından sevinç dalgası aldı evi.
Şimdi düşününce ne komik geliyor. Anne, baba ve ilk torun sahibi olmak böyle birşeymiş işte :))))

****************************************

Bilgilenelim :

Bebeklerde göbek düşmesi

Göbek kordonu 3-20.günler arasında düşebilir. Genellikle 10 günü geçmez. Kordonun çok geç düşmesi bazı problemlere işaret ediyor olabilir.

Bebekler doğduğunda vernix caseosa denilen kremsi bir tabaka ile kaplıdır. Bu tabakanın bebeğin ısısının korunmasına ve enfeksiyonlardan korunmasına yararı vardır. Bebeğin ilk 2 gün yıkanmaması bu tabakanın korunması açısından yararlıdır.Ondan sonra bebek mümkünse her gün yıkanmalıdır. Ancak kordon düşene kadar banyo sonrasında göbek bakımı çok dikkatli yapılarak enfeksiyon oluşumu önlenmelidir.

Göbek düşene dek günde 2 kez % 70’lik alkol ve steril gazlı bez ile pansuman yapılmalıdır. Pansuman için mersol veya batikon da kullanılabilir.

Bilgi kaynağı: Dr. Özlem Karahasanoğlu

****************************************


31.mayıs.2008 da düşen A.Y. nin göbeği -sıkı durun- tam 1yıl 1 ay bizimle durdu.
Uzuuunca bir zaman çekmecemizde durdu. Sonrada yaklaşık 2 ay çantamda gitti geldi. (çanta değiştirdiğimde aynı çantada evde kaldı :P )
Bugün gömelim, yarın gömelim, oraya değil buraya gömelim derken 1 yıl 1 ay geçti işte ve nihayet bu haziran da minik sincabımın bu minik parçasıyla vedalaşarak, onu sitemizin içersindeki caminin bahçesindeki beyaz bir gül ağacının dibine gömdük.
En sonunda bir gün yanıma evden aldığım bir tornavidayla dikildim Öz.üm karşısına
- Bu göbek ya gömülecek ya gömülecek :PPPP
Şaka bir yana gerçekten bir gün yanımda tornavidayla işe geldim :) ki dönüşte A.Y. yi de bakıcıdan alıp O' nunda eşliği ile gömelim diye :)
(Güvenlik kontrolunde hasbel kader çantamı açtırsalar ne derdim acaba :D )
Yoksa eve gittik mi tekrar çıkamıyoruz.
Gömme yeri ile ilgili olarak değişik yer önerileri ve uygulamalar teklif edildiyse de, böylesini uygun ve uygulanabilir bulduk.
-boğaziçi ünv. bahçesine gömülsün.
-bir ünv. bahçesine gömülsün.
-evin bahçesine gömülsün
-ABD de ki ünv. den birine gömülsün
vs. vs.
PS: fotolar ceple çekildiğinden mütevellit biraz kötü. İdare edicez artık ;)
.
.
*******************************

25 Ağustos 2009 Salı

şeffaf bebeğimin ilk dakikaları.....bir doğum hikayesi

A.Y.nin yeryüzündeki ilk günü

Tarih 22 mayıs 2008 perşembeyi, saatler sabah 4:54 ü gösteriyordu.

Kucakladık ağırlığı henüz sadece 2.850 gr olan   boyu ise 50 cm lik    bebek e.t.   yi.
(  Kimlik için taktıkları bileklikte adı "bebek  e.t." denmişti ve sonrada kayıt gerektiren her yerde bebek e.t. diye yazılmıştı :)  )
Daha adı bile ortada yoktu.

A. sı vardı da kesin değildi.
Yanındaki ikinci boncuğu belli değildi.

A. benim babam.
CanÖzüm  İlla ki A.   olsun dedi. Ben koymayalım dedim. Başka olsun dedim. Yok vazgeçmedi.
Bende sevindim :)

İşte bir-iki dakika sonra böyle görünüyordu canımımızdan gelen can.
Şeffaf bebeğim benim.

Ne tatlı olduğunun, bu kadar tatlı olduğunun az farkındaydık o zamanlar. Hele ben neredeyse hiç farkında değildim.

Normal sancılı doğumla kucakladık bebek e.t. yi.

Hamd olsun Allah a sağ salim atlattık bu en büyük dönemeci.

Biraz sıkıntılı oldu benim için, bu sebeple fazla kendimde değildim. Sanki olayları yaşayan ben değildim gibi geliyor şimdi :)

İmkanım olsa herşeyi an be an, iyice özümsemek için bir daha gözümü 4 açardım. (şimdi öyle söylüyorum ama o zaman gözüm hiç bir şey görmüyordu ki, değil 4 açmak :))

Aslında 19 mayısta bekliyordu doktorumuz Melek Hn.
Kızım olursa adını Melek koyayım demiştim :) Tıpkı bir anadolu klasiği gibi. (çaktırmayın ben Dr.umuzla tanışmadan öncede melek adını seviyor ve kızım olursa belkide koyarım diyordum ;) :P )

Son ay sezaryenden döndük defalarca. Benim ne kadar normal doğum istediğimi tam olarak anlamıştı Melek Hn. Yoksa belki çoktan alırdı sezaryene. Aaah ah şimdi olsa hiç diretirmiyim :P Şaka bir yana herşeyin normali güzel, ama ihtiyaç halinde de bu imkanlar bizler için velinimet.

Son ay suyumuz azalmıştı. Neredeyse her gün gittik geldik muayeneye. Hele birinde bir başka Dr. un bile fikrini alarak kendisine daha da saygı duymamı sağlamıştı Dr.umuz; sezaryene alalım mı? bekleyelim mi diye?
(Yani ülkemizde halen normal doğumu destekleyen ve sizin tecihinize saygı gösteren Dr.lar tükenmemiş. Önemli olan siz gerçekten ne istediğinizi Dr.unuza yeterince net ve kesin bir dille anlatın.)

Beklesin kararı çıktı da eve dönebildik.

iki gün sonra da mucize gibi diyecekti Melek Hn.
Bebek e.t. sular içinde yüzüyor!


Tarih 19 mayıs oldu. Bizim bebek halen yüzüyor karnımda. tık yok :)

O zamandan belliymiş suyu ne çok seveceği :)))

21 Mayıs gecesi anladım gündüz hastaneye gitmemiz gerekeceğini. Ama çok şükür fazla heyecanlanmadım.

Sabah oldu Öz.ü işe uğurlarken tüm işaretlerimiz tamamlanmıştı.
Öğleden sonra gidelim diye kararlaştırdık.

 
Dersime çalışmıştım, internetten boool bol okumuştum, Melek Hn da tembihlemişti neler yapacağımı.
Duşumu alıp, sancıların aralığını not ederek takibe başladım. Güç toplamak için gitmeden evde son yemeğimide yedim (hastaneye gidincede Melek hn. dan aferin iyi etmişsin, hadi gerekirde sezeryane alımak zorunda kalırsak diye  azar  yedim :P   ama  O böyle birşeyi tembihlememişti ve bende gücümü toplamak için bunun iyi olduğunu okumuştum. Neyseki çok şükür sezeryene gerek kalmadı da iyi ki yemişim dedim.)  


Sıra uygulamaya gelmişti şimdi.


Sakin sakin gidip muayenelerden sonra saat 5-6 gibi yatışımızı yaptık.

Beklemeye başladık sancıları. Sağolsunlar bizi hiç bekletmediler. Saati saatine dakikası dakikasına geldiler. Gittikçede coştular. 
Ben onlara sancıda demiyorum ağrı demek bana daha güzel geliyor. Güzel ve rahatlatıcı!

Doğum ağrıları evet çok acı verici.
Ama hayatının en güzel şeyini sana kavuşturacak olan bu ağrıları çok görmedim hiç. Sadece görüntüsü uğruna estetik, dövme v.s. v.s yaptıranları düşünsenize.  Her güzel şeyin bir bedeli var. Malesef öyle.
Ve direnmedim ağrılara.......
Kendimi kastıkça ağrılarında artacağını düşündüm.  Ağrıyacak ve zamanı gelince bitecek.
bittiği anı düşündüm hep, sonsuza kadar sürmeyecek!

Bilakis, bu anların dinimizcede ne kıymetli anlar olduğunu, her ağrı ile işlenen günahların döküldüğünü, o anda edilen duaların kabul olduğunu düşünmek  ve edebildiğim kadar bol dua etmek bu ağrıları kıymetlendirdi.

Ve en büyük yardımcı düşüncemde Allah ın izni ile sabaha herşey geçip gitmiş bitmiş olacak, bu ağrılar hep sürmeyecek düşüncesi idi.

Ağrı geldiği anda, can Özümün kolunda dolaştık odayı adım adım. Zavallımın kolu gece boyunca epey çekti benden  :) 
Ağrı aralarında dinlenmek ve biraz kestirip uyumak istedim, ama bize eşlik eden kayınvalidem ve  teyzem beni uyutmamak için ellerinden geleni yaptılar!!! sebep uyursam sancım kaçarmış !!!! doğumun ilerlemesi dururmuş !!!!
Bana hiiiç mantıklı gelmeyen bu açıklamayı kabul etmeyip az mücadele etmedim onlarla bırakın beni diye, o halimde   :)
O an niye dr. a sormayı akıl etmediysem. Ama aklımda hala, böyle birşey var mı sorucam Dr. a. günü gelince lazım olur  :)  ikinci için (inşallah). 

En son saat sabah 4:20 de içeri aldılar beni.
CanÖz.ümde gelecekti. Ama kan tahlili için verdiği kandan bile fenalaşan canım Özüm dayanamayacaktı belli ki. Kapı önünde bekledi, tıpkı canından geldiğim babamın beni kollarına almak için beklediği gibi.


Şüphem yoktu O' nunda canından can gittiğine.

Hastaneye yattıktan sonra tam da ilk doğum için dedikleri gibi neredeyse 12 saat sonra aldık kucağımıza bebek e.t. yi.


Olumsuz bir durum olurmu diye o sancı ortasında var gücümle Dr.u ebeleri tahlil ediyor, konuşmaları dinliyor, yorumluyordum kendimce. Takıntı işte :)

Anlayamamışım.

Meğer havasız kalıyormuş az daha Canımın canı. Bu sebeple hızla çıkartmışlardı canımdan canı.
Bebek e.t. birde karnımda kakasını yapmamışmıydı. Tedbiren midesini yıkadılar dünyadaki ilk dakikalarında.
Bunlardan neredeyse doğumdan 1 hafta sonra, doğumhanenin kapısında elinde kamera ile bekleyen Öz.ün doğumhane kapısındaki yerin zeminini gösteren ve Dr.la konuşmalarını çeken video kaydından öğrendim.
Canım benim, elinde kamera heyecanla benim ve bebeğin çıkışını beklerken Dr. çıkıp bebeğin midesinin yıkandığını ve akşama kadar müşahede altında kalmsı gerektiğini haber veren konuşmayı yapınca, endişelenip elinde  kamera kalakalmış. Neyse ki bu o kadar önemli bir olay değilmiş ama o anda, o heyecanla bunu anlamak zor. Benimse hiç bir şeyden haberim yok zaten.
Çok şükür bebeğimizde  hiç bir problem olmadı ve aynı gün akşamına çıktık hastahaneden.



Mevlam kimseyi bu yolda koymasın, kolaylıklarla, mutlulukla kavuştursun inşallah.
Ben bu konulara nerden geldim ya :)))

Bu fotoyu eski dosyalar içinde buldum,sadece yayınlayıp altına tarihi ile ilgili bir not düşecektim o kadar.
Birden kendimi o günlerde buldum. Bari daha planlı düzgün yazsaydım.
Neyse artık doğum hikayemide yazmadım demem :P

.
.



*********************************

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Kreativ Blogger



Sevgili Taze Kahve arkadaşımın verdiği ödülümü mutlulukla aldım. Burada asıl güzel olan ödülü almak değil, hatırlanmış olmak. Kendisine çooook teşekkür ediyorum :)

Aşağıdaki kurallar çerçevesinde elimden geldiğince uygulamaya çalışayım bakalım ;)


1. Ödülün logosunu bloguna eklemek.
2. Ödülü aldığın kişinin linkini, ödülle ilgili yazısına yazmak.
3. Sevdiğin 7 şeyi listelemek.
4. Sevdiğin 7 blogu listelemek.
5. Ödülü göndereceğin bloglara mesaj bırakmak.



Sevdiğim 7 şey :


1- CanÖz.ümle ve küçük adamımla birlikte olmak.

2-Yakın, uzak, ilk kez gördüğüm, hep gördüğüm yer hiç farketmez; Gezmek, açık havada vakit geçirmek. (hava şartları ne olursa olsun)

3-Kitap okumak.

4-Öz. ile hayaller kurmak. (yora yora Allah vere mantığı bizimkisi :P ) Ha birde unutmayın Allah kuluna vereceği bir şeyi önce hayallerine koyarmış ;)

5-Sonbahar ve kış günleri.

6-Kırtasiye malzemeleri. (bu sevgi ve 3. maddedeki sevgim birleşip bana kitapçı açtırmaya çalışyor. Bir gün iş değiştirdim dersem şaşırmayın :) )

7-Pasta yapmak. Mutfakta yeni şeyler yapmak için vakit geçirmek.


Doğrusunu isterseniz hayatımda yaptığım hemen hemen her şeyi çok şükür ki severek yapıyor ve çok zevk alıyorum.


Sevdiğim 7 Blog :


Bunu sevdiğim 7 blog olarak cevaplamak istemiyorum. Çünkü Sevdiğim ve takip ettiğim blog sayısı 7 nin çok üzerinde.


Sevdiği 7 şeyi merak ettiğim bloglar şunlar olsun ;
  1. Owl- ella
  2. Güneşli günler
  3. Kendimi bulmam lazım
  4. Koyu beyaz
  5. Asunun günlüğü
  6. Şirinanne
  7. Crebro

PS: verdiğim ödülü daha önceden alanlar var. Ama ben bu sebeple içimden geçen kişileri değiştirmek istemediğim için O kişilere tekrar veriyorum. Cevaplama işine gelince, zaten maksat muhabbet olsun :)

*******************************

20 Ağustos 2009 Perşembe

Oruç bizi tutsun!


Reyyân "susuzluğunu gidermiş, suya kanmış" demek,
Orucun hakkını verenler için tahsis edilen, yalnız oruçluların gireceği Cennet kapısının ismi.
Orucun hakkını vermek üzerinde düşünmeden geçmek istemiyorum.
Oruç sadece maddi olarak yiyecek içeçekten beri durmak değildir.
Oruç dillerin, ellerin, gözlerin, zihinlerin, tüm azaların ve tekrar tekrar dillerin tutulduğu andır.
Başkasının yaptıkları ile, konuşmaları ile hataları ile ilgilenmekten kendini tutmaktır.
Lütfen efendim,
bari şu mübarek günlerde, hepimiz en çok dillerimiz tutalım, birbirimizin açığını araştırmayı, etrafı kınayıp eleştirmeyi bırakıp kendi işimize bakalım, kardeşimizin etini çiğ çiğ yiyerek orucumuzu bozmayalım.
Vicdanımıza sığımayan her şey için tutalım kendimizi.
Orucumuz tutsun bizi.

Başında Rahmet,
Ortasında Mağfiret,
Sonunda da günahların Aff olunduğun şu fırsat ayının nasıl bir fırsat olduğun hakiki manada bilmemiz ve Reyyan kapısı kendilerine ardına kadar açılanlardan olabilmemiz duasıyla herkese hayırlı ve boool bol bereketli (bilhassa zamanla yarıştığımız şu yüzyılda zamanımız için) Ramazanlar diliyorum efendim.......



******************************

18 Ağustos 2009 Salı

gittim de geldim :)



Cumartesi sabah apar topar evden çıktık. Süratli denebilecek hızda yenikapı-yalova saat 8 feribotuna yetişebilmek için. Yetişmiştik aslında. Ta ki Aksaraydan yeni kapıya çıkan son ışıklarda meydana gelen kazayı yaklaşık bir 10 dk.a bekleyene kadar.

Neticede feribotu kaçırdık :((( İlk kez bir bilet kaçırdık. Genel itibari ile hep düzenli ve tedbirli bir aile olduğumuz için böyle bir şey ne eş,min ne de benim başıma gelmişti. ne yalan söyliyeyim epey üzüldük. Can özüm pencere kenarından karşılıklı masada yer almış bana süpriz kahvaltı planlamış feribotta. Yetişemeyince söyledi.


tabi feribotu kaçırma sebeplerimizin sıralandığı, sen - ben diye tutuştuğumuz kısa ama ateşli atışmamızdan sonra :) Neyse dedik herşeyde vardır bir hayır :)


Kendimizi eskihisar-yalova feribotu ile tatmin etmeye çalışıp, A.Y. ye ilk deniz yolculuğunuda yaşatmış olduk. Yalova dan sonra bizi uzun bir yolculuk bekliyordu.




Yediği ilk kraker.

Yolculuk yaklaşık 11 saat sürdü. A.Y. yanımıza aldığım atıştırmalıklardan krakeri çok severek yedi :)


En sevdiği oyuncağı bu koca kafalı küçük adam iyi ki vardı......


Yolda A.Y yi avutmak için eline neler vermedim ki :)


An geldi paket sütlerin pipeti imdadımıza yetişti......

Veee sonunda hedefimize çok şükür ulaştıık.



İşte bu cennetten düşme yer;


Burdur - Yeşilova- Salda gölü arkadaşlar.

Yeşilova Burdur ilinin küçük bir ilçesi.
Burdur Denizli yolunun 58. km sinde yer alıyor.
Salda gölü yanı başında bulunan Salda kasabasından almış adını.
184 m derinlikle Türkiye'nin en derin ve berrak gölü.




Aslında burayı kimselere söylemek istemiyorum. Çünkü öyle güel, öyle temiz ve öyle tenha ki,

İnsanların doluşup kirletmesini, güzellikleri yok etmesini istemiyorum.

Ama sonrada kendine müslüman olma e.t.
a aaaaa ne ayıp, bencillik etme diyorum, ve herkese söylüyorum :P



İmkanı olanlar için çok güzel. Didin görün derim. detaylı bilgi isteyenler bana yazarlarsa elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım.



İşte bir ilk daha A.Y. ilk defa küvet dışında suya girdi.
İlk kez kum oynadı.


Hatta oynamakla kalmadı genelde taş-kum- ne varsa yedi ! ! !!!

(kontrole gittiğimizde bu konu yüzünden kan tahlili yaptırmak istiyorum. Etrafta eline geçen herşeyi yemeye çalışıyor. bu yeme gayreti diş kaşıma olayını çook geçti. )



Babasını önce uzaktan izledi...............



Sonra kendini babasının kollarında serin sulara bıraktı.
Maşallah hiç ağlamadan ilk kez yüzdü :)
Canözüm O' nu gerçekten koltuk altlarından tutup yüzdürdü :D

Gerçi sonra ki günler bu kadar iştahlı değildi ama kumlarda idare ettik.




Lületaşı olarak bilinen magnezyum silikat kumu bu beyaz görüntüye dönüştürmüş. Bu kum maalesef ateşe dayanıklı tuğla yapımında bilinçsizce kullanılıyor ve yok ediliyor.



O' nun mutluluğu coşkusu bizim oldu...................
İmece usulü havuzlar yaptık..................
ama içinde yüzdürecek bir gemi bulamadık :)

İşleri, stersleri, koşturmacaları bir süreliğine de olsa unuttuk. kendimizi dalgalara bıraktık.
Dalga seslerinin eşliğinde gün batımını izledik...............

Güzel şeyler yaşarken insan kendinden geçiyor olmalı ki;
Zamanın aynı süredeki akışını algılayamadık;
"ne çabuk geçti bitti " dedik.
A.Y.nin tazecik hayatı için ilklerle dolu birçok olayla ve elhamdülillah mutlulukla dönüş yoluna koyulduk........



Ve kendimizi İstanbul' a varmadan İstanbul' u aratmayan bir trafik içine bulduk................
.
.
.
.
.
***************************

7 Ağustos 2009 Cuma

siz bu satırları okurken.........


Yazın son tatilini de yapmaya karar verdik.
Kısmet olursa yarın sabah 8 de başlayacak yolculuğumuz.
Nereye mi ?

İşte yukarıda resmini gördüğünüz yerde olacağız 1 hafta inşallah.

Burası neresi mi?


Dönünce uzun uzun anlatırım inşallah ;)


haftaya görüşebilmek dileğiyle.

Haydi bana eyvallah........

.
.


foto: fotoğrafatölyesi.com

*****************************

son durağımız Siena...



Venedikten sonra aslında dönüş yolculuğumuz başlayacaktı. Dönüş uçağımız Roma dan kalkıyordu.
Bir gece tekrar Floransa da konaklayarak yolu ikiye bölmüştük. Romaya son gün varıp doğrudan uçağa binecektik.
AY. nin ve dolayısı ile kendimizin araba içindeki sabır sınırlarımızı zorlamaya hiç gerek yoktu :)
Zaten genel itibari ile gezi boyunca araba yolculuklarımız maksimum 3 saat civarı sürdü. (autogrillerde ki duraklamaları saymıyorum.)




Ama Öz.ün aklında daha güzel bir fikir varmış. Dönüşte tekrar Floransada kalmak yerine Siena yı da gezip burada kalmak.
Beni ikna etmek için biraz dil dökmesi gerekse de, dediği oldu veee
İtalya da son gecemizi Siena da geçirdik.

Villa Elda isimli bir butik otele ve yukarıdaki manzaraya sahip odamıza yerleştik.
Otelin terasından aşağıdaki manzaralarıda görünce "aayyyy iyi ki seni dinlemişim canım kocam" demekten kendimi alamadım. :)
Arada koca sözü dinlemek iyiyi oluyor :P



Otel şimdiye kadar kaldığımız en lüks ve en büyük otel değildi ama en şirin ve benim en huzur bulduğum yerdi. İki kız kardeş ailelerinden kalan ve annelerinden adını taşıyan bu oteli büyük bir titizlikle işletiyorlar. Zamanında aileleri otele dönüştürmüş bu villayı. Şahane bir bahçesi, bir kedileri ve birde küçücük (cinsini bilmiyorum) köpekleri var.


Bu gördüğümüz manzaraların içinde kaybolma için hemen kendimizi dışarı attık. Vardığımızda akşam üzeri olduğu için gün ışığında gezecek çok zamanımız yoktu. Elimizdeki rehber kitabımızdan buranın Ortaçağ şehri görüntüsünü ve büyüsünü hala taşıyan nadide şehirlerden biri olduğunun okumuştuk. (Ve dönünce de UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine alındığını öğrendim.)
Üç tepenin üzerinde kurulu sienadaki tepelerin birine Siena Duomosu kurulmuş.
(yukarıdaki resimde ortada. Soldaki tepesi görünen yüksek kulede Campodaki 102 m lik Torre del Mangia kulesi.)


Hakikaten tüm sokaklar ortaçağdan kalma gibi. (sanki ortaçağı gördümde :P filmlerde belgesellerde ortaçağı anlatılırken gördüğüm görüntülerdeki , kitaplarda gördüğüm resimler gibi diyelim.)
Çoğu sokağa arabaların girmesi yasak. Yasak olmayan yerlerde tek yön. Zira iki arabanın geçebilmesine çoğunlukla olanak yok.
Gün batımını loşluğunda, henüz sokak lambaları yanmamışken, otelden biraz ilerleyince içim ürperdi.
Öz.üme sokulup "biz geri nasıl dönücez, sokaklar sencede biraz korkunç görünmüyor mu? " diye sormadan edemedim :) Şimdi güldüğüme bakmayın, bu soruyu gayet ciddi sormuştum.
Yukarı resimdeki gibi bir sürü yerlerden geçtik.
Otelden birlikte çıkıp peş peşe yol almaya başladığımız iki Alman çift vardı. Selamlaşmıştık.
Hepimizin istikameti Siena da gidilecek ilk yerlerden biri olan Piazza del Campo idi.
Onlar önden gidiyordu. AY. yi sevip bize yol verdiler. Bende o ara Öz.e diyorum ki;
Bunlar belki burayı biliyordur. Söyleyelim siz önden buyrun biz biraz korktuk, biz sizi takip edelim. :P
Neyse tabi böyle birşey söylemedik :)
Aradan 5 dk. geçti.
Baktık ki biz foto çekerken bizi geçip gittikleri yoldan geri geliyorlar. Yanlış yoldan gitmişler. İndikleri hafif dönerek gittiği için sonu görünmeyen (bence yine ürpertici) dar ve uzuuuun merdivenin sonu çıkmaz sokakmış.
Öz.le gülüp peşlerine takılmamakla ne iyi ettiğimizi anladık.



Zil çalan karnımızı susturmak için ristourantelere göz attık.
Ve İtalya dan ayrılmadan ben vegetarian pizza, Öz.ümde cheess pizza (8 çeşit peynirin karışımından yapılıyor) yiyerek buraya ait hatırladığımız son tadın yine pizza olmasını istedik. Epeyce serin olan havaya rağmen son dondurmalarımızı da yalamaktan geri duramadık :)

Bu arada pizzalara dair küçük bir not. Pizzanın ekmeği ince olanı makbul derler ya;
bu tarif Tr. için şöyle yapılsa bingo olur;
Lahmacun ekmeğinin üzerine pizza harcı koy.
Al sana en orjinal italyan pizzası !
ciddi söylüyorum kenarının yanıkları bile aynı. neyse daha da canımız çekmesin :P



Piazza del Campo (bu resim bana ait değil. Benimkiler hava karardığı için uzak mesafede hiç net ve anlaşılır çıkmamış malesef.)

Tarih sayfalarında yerini almış kırmızı tuğladan evlerin arasındaki daracık ve kıvrım kıvrım ara sokaklardan Campo meydanına ulaştığımızda hiç beklemediğim görüntü beni büyüledi. İşte bu görüntü tarihden bir sahne gibiydi. yukarda resmideki beyaza boyalı evin sağ altındaki geçitten geçip bu meydanın ortasına düşüverdik.
Buranın beni şaşırtmasını sebebi ne göreceğimi hiç bilmeden gelmiş olmam olsa gerek. Çünkü diğer tüm yerlerin en azından bir resmini görmüştüm ama Siena benim için tam bir muammaydı.
Meydan gölgesi görünen Palazzo publicoya doğru çukurlaşıyor. Bazı yerlerde istiridye kabuğu gibi tarif edilmiş. Güzel bir tarif olmuş. Çizgi çizgi görülen su yolları ile su merkezde toplanıyormuş. Ortada buz gibi su akan bir çeşme var.

Bu meydan meşhur Palio at yarışlarının ve gelenksel fıçı yuvarlama yarışlarının yapıldığı yer.

İnsanlar bu meydanda yerlerde. Gündüz güneşleniyorlarmış. Bİz gece buradydık. Gençler öbek öbek toplanmış, gitar filan, muhabbet ediyorlardı. kimisi uzanmış gökyüzünü yıldızları seyre dalmıştı....
Velhasıl kelam bizim içinde güzel bir gece oldu.




Pisa da gördüğümüz ve size bahsettiğim şey Palazzo publiconun içinde de karşımıza çıktı.
Siena' yı kuran Remus' un oğlu Senius dişi bir kurt tarafından emzirilmiş ve bu kurt şehrin sembolü olmuş.

İtalyada ki son gecemizde çok şükür böyle hoş bir anı olarak yer aldı zihnimizde. Yolunuz düşerse Sienanın bu tarihi ve bence ürpertici havasını soluyun derim.

( dönüşte saat epey ilerlemişti. Daracık ve labirent gibi sokaklar kapkanalık ve tenhalaşmıştı. Yolda iki-üç kez devriye geziyor edasıyla ilerleyen polis arabasını görsekte, aaa a ~ay ben burada yaşayamam herhalde diyip durdum :D )

.


*****************************

5 Ağustos 2009 Çarşamba

"Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın."

Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol ve teftiş edilir.
Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır.
Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur.
Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım.
Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir.
Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir.
Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.

Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle:

"O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur."


Ebu Hüreyre Radıyallahu And’dan rivayet edildiğine göre:
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuştur:

—“Şaban ayının on beşinci gecesinin ilk vaktinde Cebrail (a.s) bana geldi; şöyle dedi:
—“Ya Muhammed, başını semaya kaldır. Sordum.
—“Bu gece nasıl bir gecedir? Şöyle anlattı:
—“Bu gece, Allah-u Teala, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar.
Kendisine şirk koşmayanların hemen herkesi bağışlar. Meğer ki, bağışlayacağı kimseler büyücü, kahin, devamlı şarap içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah-u Teala onları bağışlamaz.


Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cebrail yine geldi ve şöyle dedi:
"Ya Muhammed başını kaldır. Bir de baktım ki, cennet kapıları açılmış.
Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor:
"Ne mutlu bu gece rüku edenlere.
İkinci kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu:
"Bu gece secde edenlere ne mutlu".
Üçüncü kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu:
"Bu gece dua edenlere ne mutlu."
Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu:
"Bu gece, Allah'ı zikredenlere ne mutlu".
Beşinci kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu:
"Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu."
Altıncı kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu:
"Bu gece Müslümanlara ne mutlu."
Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu:
"Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın."
Bunları gördükten sonra, Cebrail'e sordum:
"Bu kapılar ne zamana kadar açık kalacak?
Şöyle dedi:
"Ya Muhammed, Allah-u Teala, bu gece, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azat eder."


Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:

"Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin."


Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:
"Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."

Kaynak: Sorularla İslamiyet . com


Farkında olmasakta dünyadan gelip geçenlere baktığımızda kısacık olan ve gelecek bir zamanda hiiiiç tanınıp, hatırlanmayacak olan ömrümüzün Sırat-ı müstakim üzere olmasını ve bu fırsat gecelerini kendimize kutlu kılabilmemizi dilerim......


******************************

3 Ağustos 2009 Pazartesi

bak... bil ki domuzların önüne inciler serilmez.....



Bak... Bil ki domuzların önüne inciler serilmez

Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez

Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir camda

Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma!

Mevlana
.
.
.
.
******************************